YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Vesayet gitti, ‘askeri’ kaldı

Suriye ile yaşanan krizin bir savaş ihtimali kazanmasıyla birlikte hükümetten gelen açıklamalar düşündürücü. Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere birçok AKP’linin kibirli ve saldırgan bir devlet dilini rahatlıkla kullanır hale gelmesi, buna ek olarak ‘savaşa hayır’ diye özetlenebilecek ilkesel bir tutum alanları hedef tahtalarına koymaları, AKP’nin bu konuda ne kadar hırçın olabileceğini gösterdi. Peki bu tablo, sadece, AKP’nin sağcı bir parti olarak Ortadoğu’da aktör olma özlemleriyle açıklanabilir mi? Bence daha kapsamlı bir soru ve sorunla karşı karşıyayız.

Biraz, önceki yıllara ve konuyla ilgisiz gibi görünen başka bir sürece bakalım. İç siyasetteki senaryoyu artık aşağı yukarı biliyoruz. AKP, oy desteğinin de verdiği güvenle TSK ve devlet içindeki ‘askeri vesayet’ yanlısı unsurları temizlemiş, çoğunu yargıya havale etmiştir. Keza yargı içinde de ‘askeri vesayet’ yanlısı unsurlar minimuma indirilmiştir. Senaryomuz kabaca bu. Artık şunu açık yüreklilikle kabul edebiliriz: Gerek TSK içinde, gerek diğer kritik mevkilerde ordunun ya da ‘vesayet sistemi’nin, sivil siyasete müdahale etmesinin yolu kapandı. Darbe yapabilecek unsurlar büyük ölçüde temizlendiği gibi, kritik yargı, seçim vb. kararlarda da vesayet sistemi lehine adımlar atacak odaklar artık etkili konumda değil. Fakat burada karşımıza şöyle bir soru çıkıyor: Gelinen durumda gerçekten ‘sivil’ bir siyasetten mi bahsediyoruz?

Erdoğan’ın geçtiğimiz haftasonu “Ne barışı?” diyerek, savaş politikalarına karşı çıkanlara fırça atmasından bu yana dikkat çekici açıklamalar geldi AKP cephesinden. AB ile ilişkilerden sorumlu bakan Egemen Bağış şöyle dedi: “Bugün Türkiye’nin askeri gücü Suriye’yi birkaç saat içerisinde yok edecek noktadadır çok şükür. Ama bizim Suriye halkıyla bir sorunumuz yok. Bizim komşularımızla, dostlarımızla, hiçbir ülkenin halkıyla bir sorunumuz yok.” Aynı zamanda eski bir komutan olan AKP milletvekili (emekli tümgeneral) Şirin Ünal’ın Akşam gazetesine verdiği röportaj da hayli dikkat çekiciydi. Bir bölümünü aktarmak gerekecek:

En kötü ihtimal savaş. Savaş çıkarsa, başlarına yıkarız orayı. Ama oraya geleceğini sanmıyorum. (“‘Güvenli bölge’, ‘tampon bölge’ tartışılıyor” sorusu üzerine) İnşallah oraya gelmez ama gelirse bunlarla uğraşmayız. Doğrudan Şam’a yürürüz, bayrağı indiririz. (...) Deler geçeriz ya inşallah. Golan’a kadar gideriz belki.”

AKP’li Şamil Tayyar’ın “Üç saatte Şam’a varırız” açıklamasını da bu listeye ekleyelim. Denecektir ki, böyle dönemlerde olur bunlar, vekillerden, bakanlardan bu cins açıklamalar gelir vs. Ben şahsen bu rahatlık içinde göremiyorum bu beyanları. Nihayetinde ‘savaş’tan bahsediyoruz.

Şöyle bir geriye çekilip baktığımızda, AKP’nin toplumu savaş ihtimaline hazırlamak için hayli çaba gösterdiğini görebiliyoruz. Bir ihtimal, AKP bir anket yaptırmış ve toplumun Suriye ile savaş istemediğini görmüştür. Ancak sebebi ne olursa olsun bu çapta bir müdahale kışkırtıcılığı (buna AKP yanlısı basının / köşe yazarlarının yorumlarını da katalım) AKP’nin Türkiye’deki mevcut orduyla ilgili hesapları olduğunu ortaya koyuyor. Bu, yakın tarihte sık rastlanan bir durumdur. Çok güçlü iktidarlar, bir aşamada güçlerini ülke sınırları dışında da test etmek isterler. Ülke içinde test edilecek alan kalmamıştır çünkü. Tüm muhalefet mağlup edilmiş, iktidarı tehdit edecek hiçbir dinamik kalmamıştır. İşte böyle durumlarda içte ve dışta yeni bir siyasi alan açmak adına, göze kestirilen, kolay lokma olacağı düşünülen küçük ülkelere ya savaş açılır ya da savaş tehdidiyle bu ülkelerin üzerlerinde müthiş bir baskı oluşturulur. Bu, diğer bölge ülkelerine ve aynı kantardaki rakip ülkelere de bir gözdağıdır aslında. Bölgede yeni bir hiyerarşi kurulacağını, bazı ülkelerin altlarda, bazı ülkelerin ise üstlerde yer alacağını ilan etmektir. Aynı zamanda, sadece ülke içinde değil, ülke dışında da güçlünün zayıfı ezeceği bir sistem öngörmektir. Tabii, bu politika açık açık telaffuz edilemeyeceği için bazı gerekçeler bulunur. Mevcut gerekçe ‘Esad zulmüne son vermek’, ancak Türkiye’nin Suriye’deki karışıklığa boğazına kadar battığı da görülüyor. Ve bunun bilinçli bir tercih olduğunu artık biliyoruz herhalde.

Dolayısıyla, tabloya genel olarak baktığımızda Türkiye’nin bölgede askeri olarak da bir güç olmaya çalıştığını, hatta caydırıcı, ürkütücü bir güç olmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Peki Türkiye, yani bu durumda AKP, bu tür hegemonyacı eğilimler içindeyse (becerir ya da beceremez, o ayrı) rotayı bu yöne kırdıysa –ki Suriye krizi öncesinde de bilhassa Davutoğlu’nun politikasına, demeçlerine baktığımızda bu eğilimi görebiliyorduk– askeri vesayetin ne kadar dışına çıkmıştır ve ne kadar sivil bir siyaset izliyordur sizce?

Hükümete sadakatle bağlı bir orduyu yurtiçinde değil de yurtdışında bir manivela olarak kullanmak, askeri vesayetin kalktığı manasına gelmiyor, üzgünüm. (Ki yurtiçindeki Uludure vakası, olduğu yerde duruyor hâlâ.) O mantığın, sivil hükümet tarafından devralındığını gösteriyor. Tek başına bu, hiç de mahsuru olmayan bir gelişme olurdu belki. “Nihayetinde bunu kullanan sivil iradedir, oyla gelir oyla gider, ordunun da sonuçta sivil siyasetin emrinde olması gerekir” der geçerdik. Ancak burada sivil hükümetin benimsediği söylem, yine askeri, orduyu ve askeri gücü yücelten, mutlaklaştıran, toplumu askeri/hegemonyacı hedefler etrafında bloklaştırmaya çalışan, liderin gösterdiği hedefe sorgusuz itaat edilmesini isteyen, hayli milliyetçi bir söylem ise, herhalde durup bir düşünmemiz gerekecek, ‘askeri vesayet’ konusunda.