ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Akıl fikir

Başbakan Erdoğan ve AK Parti, siyasi geleceklerini, vaat ettikleri umut üzerine kurdular. Bunu yapabilmelerini sağlayan, geleneksel devletin, onun bildik aktörlerinin ve laik kesimin bugünün dünyasında anlamlı ve siyasi ağırlığı olan bir önermesinin olmamasıydı. Kalabalıkların temsilcisi olarak AK Parti bir normalleşme imkânı sunuyordu. Türkiye geçmişinin devlet-toplum ilişkilerindeki sabıkası, devletin pespayeliği ve bu pespayeliğin günümüz dünyasında anlamsızlaşması AK Parti için bir şans oldu ve bu genç parti, gerçekten iktidar olmak için bu şansı iyice kullandı; nitekim oldu da. Ancak, Türkiye’nin çözülmesi elzem olan sorunları var ve yola devam edebilmek için bu sorunları artık çözmek gerekiyor. Yani artık sadece sorunları çözme vaadinde bulunmak işe yaramıyor, yaramayacak.

Bugün cezaevlerindeki açlık grevleri, memleketin en can alıcı meselesi olan Kürt sorununda yaşanmakta olan kilitlenmenin bir sonucu. Açlık grevi eyleminin özü hakkında farklı görüşler var. Ben de şahsen, kendi iç tartışmamda, bu açlık grevlerini, hareket noktası itibarıyla, doğrular terazisine oturtamıyorum. Ancak, soyut bir etik-entelektüel tartışmanın ötesine geçtiğimizde, ortada bir eylem var, insanlar var, insan iradesi ve insan hayatı var. Nihayetinde, anadilinde eğitim ve savunma, Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması gibi son derece haklı gerekçeleri olan bir eylem bu. Üstelik, bir daha altını çizelim, çözüm yolundaki sıkışmışlığın getirdiği bir açlık grevinden söz ediyoruz; her şey güllük gülistanlıkken başlamış bir eğlenceden değil.

AK Parti ise iktidardaki 10. yılını doldurdu. Evet, Kürt sorunu doğuş noktası itibarıyla AK Parti’nin sorumluluğu değil, Kürt sorununu Erdoğan yaratmadı; ancak 10 yılda çözüm yolunda kat edilmiş yol bir arpa boyundan fazla değilse, bugün kalkıp bunun sorumluluğunu AK Parti’den ve Erdoğan’dan başka yerde aramak da abes olur.

Hükümet, “Hazırlık yapıyoruz” dediği anadilinde savunma ile ilgili düzenlemeyi acilen yapacağını ilan etmek ve yapmak, anadilde eğitim için nasıl bir program öngördüğünü açık açık kamuoyuna anlatmak ve Öcalan’a tecridi hemen kaldırarak, başka mahkûmlara uygulanan prosedürü aynen uygulamak gibi adımları atmak yerine, bizzat Başbakan’ın ağzından, grevcilerin “her şeyi” yediğini söylemek ve hatta kimsenin açlık grevi yapmadığını duyurmak gibi, yangına körükle giden açıklamalar yapıyor. Tek adamlıkta ısrar eden Tayyip Erdoğan’ın giderek nasıl gerçeklerden koptuğunu gösteren örneklerden sadece biri bu. Belki çok yakın gelecekte olmayacak, ama Erdoğan, kendi düşüşüne giden yolları da böyle böyle döşüyor muhtemelen.

Ne yapalım? Bir an önce akıl fikir yolunu seçmesini dileyelim. Sonuçta olan hep bu memleketin insanlara, masum gençlere oluyor.

 

Koca bebek cumhuriyet

Yaş 89 olmuş, 90’a varmış, 100. yaş hedef koyulmuş ama hâlâ altını pisletiyor, hâlâ salyaları akıyor, hâlâ döke saça mama yiyor. Hâlâ bebek cumhuriyet. Bebekken ihtiyardı, ihtiyarken bebek. Benjamin Button mübarek.

Bir ara, cumhuriyetin hatalarını, nazar boncuğu arar misali aradığımız sevaplarını analiz etmeye filan kalkarken, ‘çocukluk hastalığı’ tabiri kullanışlı gelirdi. Büyüdüğü, yol aldığı sanısıyla, çocukluk hastalıklarından henüz kurtulamamış ergen bünyenin arızaları böyle anlatılırdı. Oysa zaman öyle çizgisel akmıyor, ortada ergenleşmiş bir bünye yok, dolayısıyla çocukluk hastalığı da yok. Koca bebek bir cumhuriyet var.

Yaş gününü dahi nasıl kutlayacağını bilemiyor bu koca bebek. Stadyumlardan tanklar geçirerek, uçaklar uçurarak, insanları hazırolda bekleterek mi; meydanlarda, dımtıs dımtıs Kenan Doğulu marşlarıyla mı; görmemişin Boğaz’ı olmuş misali patlatılan havai fişeklerle mi; Hipodrom’da mı Birinci Meclis’te mi; Anıtkabir’de mi Çankaya’da resepsiyonda mı?

Cumhuriyet koca bir bebekse, Ankara’nın ortasında ellerinde bayraklarıyla muhalifçilik oynayan ana muhalefet lideri de “Barikatları yırttık attık!” diye devrimcilik oynar tabii. Cumhuriyet seçkinlerine karşı halkın sesini yükselttiğini savunan Başbakan da, bu ilkokul müsameresinden öcü gibi korkarak büyük devlet adamlığı yaptığını zanneder elbette. Koca bebek cumhuriyetin siyaset erbabının büyümesine ne gerek var?

Doğum günlerini nasıl kutlayacağı konusunda bir türlü anlaşamayan bir aile, nasıl bir ailedir?

Peki, bebek 89 yaşına gelmiş ve hâlâ,  kof böbürlenmelerden, hamasetten, bir ırkın yüceliğinden, asarız keserizden başka anlamlı tek bir cümle kuramamışsa , kutlayacak ne var ki? Sırrı Süreyya Önder haksız mı, televizyonda “Ben bu cumhuriyetin nesine borçlu olacakmışım!” derken?

Koca bebek cumhuriyet. Hâlâ altını temizliyoruz. Bir türlü büyümedi. Böyle giderse büyüyeceği de yok.

 

Saraybosna’nın umut tüneli

Okuduğum bir yazı hatırlattı Saraybosna’daki umut tünelini. 1993’te, şehir ağır kuşatma altındayken, keskin nişancılar çevre tepelerden ateş ederek insan avlarken, gıda ve ilaç sıkıntısı çekilirken, Saraybosnalılar 800 metre uzunluğunda bir tünel kazarak, şehre ihtiyacı olan şeyleri taşımayı başarmışlardı. O gün insanlara hayat veren tünel, bugün, geçmişte yaşanan acılar hiç unutulmasın diye bir hatıra mekânı.

Doğrudur, zorluklar insan aklını çalıştırır, sorunlar yaratıcılığı tetikler. Ama kimi zaman, her şey üst üste gelince, meseleler karmaşıklaşıp kilitlenince kaçmak ister insan, bir yerlere gitmek. Kaçış, kendimize, özümüze, insanlığımıza dönme arayışıdır. Yolculukla arınır, iç sesimizi dinlemeye başlar, meselelere uzaktan bakıp daha temiz bir görüşe kavuşuruz. Günlük hercümercin gürültüsüyle bastırdığımız kendimize varır, köklerimizle beslenir, gelecek adına güç ve umutla dolarız.

Bugün Türkiye’de siyasi iktidar, en temel insan haklarını talep eden açlık grevlerini sonlandırmak için diyalog temelli adım atmaktan kaçınır, aksine nobran bir dille sorunu daha da çıkmaza sokarken, Kürt siyasi hareketi de açlık grevlerini yücelten, adeta ölümler yoluyla hükümeti zor durumda bırakmaya ayarlı bir strateji izliyor. İnsan hayatını siyasi kazanımların önüne koyan çift taraflı bir insani zaaf, sorunu daha da çıkmaza sokuyor.

Saraybosnalıların o şartlar altında dahi bir umut tüneli vardı. Bizse, içimizi karartan, umudu körelten bir çıkışsızlık halindeyiz. İnsanlığımıza doğru yolculuğa çıkacağımız bir tünelimiz yok henüz.