‘O kiliseyle birlikte ailemin bir parçası da yaşıyor’

Şam’da yaşayan Bedros Istepanyan: “Anneannemi kurtaran çoban daha önce de dedem Nışan’ı kurtarmış. Anneannem iyileşince, onları birbirleriyle evlendirmiş. Anneannem 16, dedem 15 yaşındaymış. Halep’e yerleşmişler. Beş çocukları olmuş. Anneannem hep ağlar, hem olanları, öldürülen ağabeylerini anlatırdı.

LUSYEN KOPAR
lusyenkopar81@hotmail.com

Saçımızdaki aklar yaşımızı, yüzümüzdeki izler geçmişimizi, kalbimizdeki ağrılar acı-larımızı anlatır. Peki ya yaralarımız? Her birinin anısı, her birinin acısı ayrıdır. Derler ki, kalp yarası beden yarasından ağır olur. Beden yarası iz bırakır ama geçmişte kalır, kalp yarası ise hep acı verir, hep taze kalır. Der Zor çöllerinde yürüyenlerin her birinin bedeninde derin izler kaldı. Hiçbiri yarasına bakıp “Ne kadar acımıştı” demedi; hepsi “Ne kadar şanslıymışım, mucizeyle kurtulmuşum” dedi. Evlatları ve torunları ise, onların yaralarına bakıp, nereden geldiklerini ve ne olduklarını hep anımsadılar.

Şam’da yaşayan Bedros Istepanyan, o torunlardan biri. Surp Giragos Kilisesi’nin açılışı için, atalarının memleketi olan Diyarbakır’a, ardından da İstanbul’a gelen Istepanyan, eşi Maral’la birlikte Agos’u ziyaret etti. “Diyarbakır’a ilk kez geçen yıl gitmiş, kiliseyi görmüş, şehrin sokaklarında dolaşmıştım. O zaman yaşadığım duyguların tarifi imkânsızdır, ama bu seferki bambaşka. O kilisenin ayakta olması, ailemden bir parçanın da, o taşlarla birlikte ayakta olması demek benim için” diyen Istepanyan’a, ailesinin hikâyesini sorduk.

Dedem Istepan Manugyan

Babamın babası Istepan Manugyan Diyarbakır’da doğup büyümüş. 28 Ocak 1908’de, Surp Giragos Kilisesi’nde, babaannem Lusya Tütünciyan’la evlenmiş. Babaannemin ailesi ipekçilik ve kozacılıkla uğraşırmış. Babaannemin babası Krikor Tütünciyan, düğün günü kız tarafının taktığı takıların bir listesini yapmış. Örneğin ‘halaoğlu Apraham Kalaşyan’, ‘büyük dayı Tomas Mildusyan’ yazıp, o kişinin geline taktığı takıyı not etmiş. O liste sayesinde, babaannemin akrabalarının isimlerini öğrendik.

Dedem Istepan Manugyan çok iyi bir kuyumcuymuş. Dönemin Diyarbakır Valisi Reşit Bey’in özel kuyumcusuymuş. Surp Giragos Kilisesi’nde düzenlenen ayinlerde piyano çalarmış. 1908’de evlenmiş. 1910’da Araksi, 1912’de Roza adlı iki kızı olmuş. 1915’te öldürülmekten zanaatı sayesinde kurtulmuş. Vali Reşit Bey, dedemi ve ailesini himayesi altına alıp evinde barındırmış. Babam Dikran Istepanyan, 1917’de Diyarbakır’da dünyaya gelmiş ve küçük yaşta, Surp Giragos Kilisesi’nde vaftiz olmuş. Dört-beş yıl sonra, olaylar yatışmaya başlayınca Reşit Bey dedemin ailesini önce Urfa’ya, oradan da Halep’e yollamış. Urfa’ya yollarken “Sizi belli bir süre Müslüman olarak göstermek zorundayım, daha sonra gideceğiniz yerde belgelerinizi değiştirirsiniz” demiş ve dedemin ailesindeki herkesin Müslüman olduğuna dair sahte belgeler düzenlemiş. Bu belgelerde babamın adı ‘Dikran’ değil, ‘Bayram’ olarak yazılmış. Halep’e varınca herkes gerçek kimliğine dönmüş. Burada, 1921 yılında küçük amcam Yervant doğmuş. Babam 1925-26’da Halep’te okula başlamış; 1927’de, Melkonyan okulunda okumak üzere Halep’ten Kıbrıs’a gitmiş. O kadar başarılı olmuş ki, gittiği yıl sınıf atlatmışlar. Sekiz yıllık okulu yedi yılda bitirip, 1933’te mezun olmuş. Hagop Oşagan, Levon Apkaryan (‘Kohar’ grubunun şefi Sebuh Apkaryan’ın babası), Parseğ Ganaçyan gibi çok değerli öğretmenleri olmuş. O zamanlar soyadı o kadar da önemli değilmiş. Babası tanınmış bir kuyumcu olduğundan, diplomasında soyadını Manugyan yerine ‘Vosgeriçyan’ (Kuyumcuoğlu) diye yazdırmış, Halep’e döndüğünde ise babasının adına atıfla ‘Istepanyan’ soyadını almış. Ailemiz nüfus kayıtlarına bu adla geçiyor.

Şam’a geri döndüğünde, bir süre, oradaki Ermeni okulunda beden eğitimi öğretmenliği yapmış. Daha sonra anne tarafının mesleğine girmiş; dokumacılık, desen ve jakar işi yapmış. 1944’te, kendisi gibi Diyarbakırlı olan Arşaluys Gülümyan’la, Şam’da evlenmiş.

Annem Arşaluys, Nişan  Gülümyan ve Yeva Fehime Khımçyan’ın üçüncü çocuğu. Dedem Nışan 1901’de Diyarbakır merkezde, anneannem Yeva ise 1901’de Lice’de doğmuş. Beş çocukları olmuş. Annemin ailesinin Diyarbakır hikâyesi, babamın ailesinkinden daha trajik. Diyarbakır’ı, surları, sokakları dolaşırken, bu hikâyenin, acılarımın, köklerimin içinde hissettim kendimi.

Anneannem Yeva Gülümyan

Anneannem 1900’de Lice’de doğmuş. 1915’te 15 yaşındaymış. On bir ağabeyi, gözlerinin önünde Diyarbakır köprüsünde öldürülmüş. Anneannem sürgün kafilesinde kalmış. Bir yerde, başına baltayla vurup bir çukurun içine atmışlar. Anneannem hatırlamıyordu ama biz, Der Zor yakınlarında Margade bölgesine 20-30 kilometre mesafedeki Cipsi köyünde, ‘Ermeni Çukuru’ diye adlandırılan bir çukur var, oraya atıldığını tahmin ediyoruz. Tam 21 gün o çukurun içinde, cesetlerle birlikte, kendini bilmez bir halde kalmış. 21 gün sonra oradan geçen bir çoban çukurdaki inilti sesini duyup anneannemi kurtarmış. Aslında çobanın dediğine göre uzun süre yemek yememek ve şuursuzca baygın kalmak onu kurtarmış. Kim bilir, belki de bir mucize olmuştur...

Anneannemi kurtaran çoban daha önce de dedem Nışan’ı kurtarmış. Anneannem iyileşince, onları birbirleriyle evlendirmiş. Anneannem 16, dedem 15 yaşındaymış. Halep’e yerleşmişler. Beş çocukları olmuş. Anneannem hep ağlar, hem olanları, öldürülen ağabeylerini anlatırdı. Bize Diyarbakır’ı o kadar çok anlattı ki, Diyarbakır köprüsünü gördüğümde, anneannemin anlattığı her şey sanki gözlerimde canlandı.