VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Beyrut’un İstanbullu konuğu

İstanbul-Beyrut hattı artık eskisi kadar efsanevi değil. Artık iki taraftan da insanlar gidip geliyor, yeni ilişkiler, tanışıklıklar, işbirliği alanları oluşturuluyor. Güzergâh eskisi kadar dikenli değil artık. Beyrut’ta ve İstanbul’da yaşayan Ermeniler birbirlerine yaklaşıyorlar. Görünüşe göre, bu yakınlaşma bireylerden çok, kurumlar ve kuruluşlar arasında yaşanıyor.

Geçen hafta İstanbul’un önemli aydınlarından Sarkis Seropyan, Beyrut’u ziyaret etti. Tanınmış yazar, Beyrut’a, Mesropyan Okulu’nun konuğu olarak, bu yıl üçüncüsü düzenlenen Hrant Dink Kompozisyon Yarışması’nı kazanan öğrencilere ödüllerini vermek üzere gelmişti. Bu ziyareti değerlendiren Haygazyan Üniversitesi ve Aztag gazetesi ise, birer buluşma düzenledi.

İstanbul’un, Ermeni diasporasının yeni keşfi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Uzun yıllardan sonra ve gelişmelerin dayatmasıyla, diasporadaki kurumlar ve basın organları İstanbul’u ve İstanbul Ermenilerini yeniden fark ettiler. Gün geçmiyor ki bu gazetelerde İstanbul’a dair bir haber, makale, röportaj veya söyleşi yayımlanmasın. Beyrut da, bir diaspora merkezi olarak, bu akımın içinde yerini alıyor. Basın, genel kabullerin bir adım ötesine geçerek, İstanbul Ermeni toplumunu daha yakından tanıma ve tanıtma çabasında. Bu arada, İstanbul Ermenilerinin genel ortamını, yani Türkiye’yi algılamayı denemekte.

Sarkis Seropyan’ın ziyaretini bu genel panorama içerisinde görmek ve anlamlandırmak gerekiyor. Bu, Seropyan’ın Beyrut’a ilk gelişi değil. Seropyan, İstanbul’dan Beyrut’a ziyarete gelen ilk Ermeni de değil. Ama muhtemelen, bu şekilde karşılanan ilk İstanbullu. Beyrut’ta, İstanbullu Ermenilere karşı bir düşmanlık veya hoşgörüsüzlük iklimi olduğunu söylemek yanlış olur ama daha önce, aradaki ilişkilerin normal olmadığını, şimdi ise bir normalleşme sürecine girdiğini söyleyebiliriz.

Gerçeklik şüphesiz bütünüyle tozpembe değil. Diasporada Hrant Dink’in öldürülmesiyle uyanan bilinç, ardından Sevag Balıkçı’nın öldürülmesinin ve son olarak da Samatya olayları, buradaki bakış açısını sınırlamaya devam ediyor. Diasporanın İstanbul’a yönelik ilgisinin kendi hayal ettiği İstanbul’dan kaynaklanmadığına nasıl emin olabiliriz? Bu ihtimalin en yalın dışavurumu, Mesropyan Okulu’nda okulun ve Aztag gazetesinin düzenlediği panelde moderatörün sorduğu sorulara Seropyan’ın verdiği cevaplardı. Sorular, diasporanın özel olarak ilgi gösterdiği konulardandı; oysa Seropyan’ın anlatacağı başka şeyler vardı.

Diaspora, doğal olarak, Türkiye’de kaç gizli, kripto, İslamlaşmış Ermeni olduğunu bilmek istiyordu. Seropyan ise onların yaşamından, çalışmalarından, yaptıkları işlerden bahsetti.

Yani diaspora İstanbul’dan, İstanbul Ermenilerinden ve dahası Türkiye’nin diğer Ermenilerinden beklentilerini zihninde şekillendirmiş durumda. Şimdi o beklentileri teyit etme gayretinde. Haberler buna göre yazılıyor, görsel malzemeler buna göre montajlanıyor – hatta, ödül töreninde gösterilen Hrant Dink belgeselinde Hrant’ın söylediği sözler bile... Diasporanın en sevdiği ânın, Dink’in “Evet, o topraklarda gözümüz var” dediği an olduğunu söylersek, emin olun kimse şaşırmaz buna.

Ahlaki bir sorun var, şüphesiz. Kulak ardı edebilir, olanla olmayanla sevinebilir, hayal kurup hayallerimize inanabilir, biraz da birbirimize gülebiliriz. Ya da samimi olabilir, birbirimizi kabullenir ve birbirimizin tamamlayıcısı olabiliriz.

Her halükârda, adil olup itiraf etmeliyiz ki, Sarkis Seropyan’ın Beyrut ziyareti ve bu ziyaretin Beyrut Ermenileri arasında yarattığı dalgalanma, bütün etkileriyle, çok olumluydu. İnsanlar, sıradan insanlar, artık ilgililer. Sarkis Seropyan, onun öncüleri ve ardılları sayesinde, Hemşin, sadece akademik bir çalışma alanı olmaktan çıkacak. Keza İstanbul ve İstanbul Ermenileri de, belirli diaspora unsurlarının kişisel ilişkileriyle ellerinde tuttukları bir ayrıcalık olmaktan çıkacak.