OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Kimlik siyaseti sonuçtur

Modern vatandaşlık kavramı ve uygulamaları, kökleri Antik Yunan’a gitmekle birlikte, büyük ölçüde 19. yüzyılda Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da şekillendi. Şekillenirken de, aslında birbirine zıt dinamikler barındıran iki akımın etkisinde kaldı: bireycilik ve milliyetçilik.

Liberal vatandaşlık anlayışı olarak tarif edilen birinci akımın temel yaklaşımı, bireyle devlet arasındaki bütün aracı kurumları ortadan kaldırarak vatandaşlığı bu ikisi arasındaki dolaysız, bire bir ilişkinin zemini haline getirmesidir. Buradaki birey, doğuştan getirdiği din, etnisite gibi bütün kolektif kimliklerden teorik olarak ayrı düşünülmüştür. Zaten haklar ve ödevler de kimliklerden bağımsız şekilde ve eşitlik temelinde bireye tevdi edilmiştir. Yani, herkes dinine, etnisitesine, doğum yerine, diline vs. bakılmaksızın, aynı hak ve ödevlere sahiptir. Daha da ötesi, liberal vatandaşlık, bireyi sadece kamu otoritesinin değil, ailenin, dinin, etnik grubun baskısından da kurtarmayı vadeder. Bu haliyle vatandaşlık, herkese açık olması bakımından kapsayıcı bir ideoloji ve pratiktir.

İkinci akım, dediğimiz gibi, modern vatandaşlığın milliyetçiliğin hâkimiyeti altında şekillenmiş olmasıdır. Maxim Silverman’ın konuyu çok iyi özetleyen ifadesiyle söyleyecek olursak, ulus-devlet 19. yüzyılda vatandaşlığı rehin aldı. Milliyetle (veya milli kimlikle) vatandaşlık birbirinin içine geçti, birbirine karıştırıldı. Bu sebeple de vatandaşlık, ırk ve ırkçılık söylemlerinin çok fazla etkisinde kaldı. Kimlerin vatandaş olabileceği kan ve soy ya da en azından ortak kültür ve ahlak gibi kriterlere bağlanmaya başladı. Vatandaşlık siyasi ve hukuki bir statü olmanın ötesine geçip kültürel bir kimlik haline geldi. Çeşitli kültürlerden insanları birleştireceği yerde, farklı kültürlerden olduğu düşünülen kişileri dışarıda tutmak için kullanıldı. Görüldüğü gibi, ikinci akım milliyetçilik ve onun başat ürünü ulus-devlet, vatandaşlığın gelişiminde birinci akıma ters bir etkiye yol açmış, vatandaşlığı kategorize edici, ayırmacı ve dışlayıcı bir pratik haline getirmiştir. Sonuçta, vatandaşlık, kapsamakla dışlamanın el ele gittiği, gerilimli bir vaziyete işaret eder olmuştur.

Modern vatandaşlığın oluşumunda etkili olan bu iki akım çokça eleştirildi de. Örneğin, liberal vatandaşlığın önerdiği birey modelinin çok soyut olduğu, hatta gerçekte var olmadığı ileri sürüldü, çünkü bireyi grup kimliklerinden soyutlamak mümkün değildi. Her birey bilinçlenmeye başladığı andan itibaren gözlemliyor, analiz ediyor ve kendini kendine benzediklerini düşündükleriyle aynı kategorilere yerleştiriyordu, yani kimlik ediniyordu. Öte yandan, milliyetçi vatandaşlık anlayışı da tek bir ulus kimliği dışında kalan diğer bütün kimlikleri bastırıyor, hatta yok ediyordu. Hem bireyleştiren, hem millileştiren vatandaşlık anlayışlarına karşı, daha evvel de bahsedilmekle birlikte özellikle 1990’larda, kimlik siyaseti ve grup hakları kavramları ön plana çıktı. İnsanlar, devletin makbul saydığı kimliklerin dışında kalan kimliklerin de hem kamu otoritesi hem de toplumun geri kalanı tarafından tanınmasını (recognition), ayrıca kaynakların paylaşımında ve karar alma mekanizmalarının oluşumunda grup kimliklerinin göz önüne alınmasını talep eder oldular. Bu kimi zaman dini, kimi zaman etnik, bölgesel veya hepsinin bir karışımı olan kimlikler bazında olabiliyordu.

Madalyonun öteki yüzüne baktığımızda kimlik siyasetinin de kişileri belli kalıplara hapsettiği, grup içi farklılıkları görmezden gelerek özcü bir posizyon aldığı ve nihayet grup içi baskıların önünü açtığı için eleştirildiğini görüyoruz. Gerçekten de kimlik siyaseti kısıtlayıcı ve baskıcı, bireyi ‘dava’ya kurban eden bir hal alabilir ki bu da insanlık adına kötü bir durumdur; ama temel bir noktayı hiç unutmamak gerekir: Kimlik siyaseti büyük ölçüde iktidarın otoriter, kısıtlayıcı anlayış ve uygulamalarının bir sonucudur. Dolayısıyla, kimlik siyasetinin ortadan kalkmasının ilk şartı, bütün farklı varoluş ve yaşayış biçimleri üzerindeki baskının toptan ve ebediyen kalkmasıdır. Devlet belli kimlikleri baskı altında tutarken, o kimliğe sahip olduğunu düşünenlere “Kimlik siyaseti yapmayın” demek, anlamsız olduğu gibi, işe de yaramaz. İnsanlar nerelerine vurulursa oralarını tutarlar. Neren ağrı(tılı)yorsa, canın ordadır.