ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Ermenilerin Türkiye’yle ortak çıkarları

Türkiye için iyi olan Ermeniler için de iyidir.

Bir süredir böyle düşünüyor ve yeri geldiğinde de bunu söylüyorum. Yanlış anlaşılmasın, burada sözüm Türkiyeli Ermenilere dair değil. Bizler zaten bu ülkenin yurttaşı olduğumuza göre, bu ülke adına yaşanan olumlu gelişmelerden yararlanmamız eşyanın tabiatı gereği.

Türkiye için iyi olan Ermeniler için de iyidir deyişim tamamen diasporada ve Ermenistan’da yaşayan Ermenilerle ilgili. Üstüne basa basa, Türkiye için iyi olan, tüm Ermeniler için iyidir.  

Şaşırtıcı olduğunu biliyorum. Şaşırtıcı ve pek çoklarına için kabullenmesi imkânsız. Bu imkânsızlığın tarihsel ve güncel nedenlerini de çok iyi biliyorum. O tarih benim de tarihim, benim de bugünüm pek çok yönüyle. Geçen yıl Almanya’da, Ermenice bir toplantıda bu sözleri ettikten sonra salonu terk eden dinleyiciler gözümün önünde.

Anlatayım.

Önce bir soru: Dünya üzerinde eğer bir ortak Ermeni davası varsa ve bu dava, Türkiye’nin geçmişte yaşananların kabulü, Ermenilerin yaşadıkları topraklarda yok edildiği gerçeğiyle yüzleşmesi, buna bağlı olarak da adaletin tecelli etmesiyse, bu nasıl bir Türkiye’de mümkün olabilir?

Hrant Dink’in diaspora Ermenileriyle yan yana geldiği toplantılarda dile getirdiği o çok kritik soruyu hatırlayalım: Önceliğimiz hangisi? Türkiye’nin demokratikleşmesi mi, Soykırım’ı kabul etmesi mi?    

Şuna emin olalım: Demokratikleşmemiş, özgürleşmemiş, daha milliyetçi, daha kapalı bir Türkiye, Soykırım’ı asla kabul etmeyecektir. İstenen her türde dış baskı uygulansın, her yabancı parlamentoda soykırım tanınsın, bu uğurda istendiği kadar çaba gösterilsin, yine de etmeyecektir.

Türkiye ancak, demokrasisi güçlenir, kendine güvenen bir toplum olma yolunda adımlar atar, iç sorunlarını çözer, insan haklarına saygılı bir ülke haline gelirse Ermenilerin başına gelenleri özgürce tartışabilir ve bu tartışmanın sonunda sağlanacak değişimle geçmişiyle gerçek anlamıyla yüzleşebilir.

Demokrasi ve ekonomik gelişmişlik dünyadaki pek çok örnekte kol kola gider. Demokrasi aynı zamanda çatışma kültürünün ortadan kalmasına yardımcı olur. Neticede bütün bu adımlar, Türkiye’nin yararınadır ve bu ülkenin insanını daha huzurlu ve mutlu kılacaktır.

Ancak Türkiye’nin daha demokratik, daha müreffeh, daha istikrarlı olduğu bir ortamda Ermeni sorununda bir ilerleme bekleyebiliriz. Bunun aksine inanmak içinse hiçbir neden yok. Daha az demokratik, daha yoksul, kendine daha az güvenen bir Türkiye’de Ermenilerle ilgili her konu çözümsüzlüğe mahkûm.

Velhasıl, Ermeniler için adalet, ancak Türkiye’nin daha iyiye gitmesiyle mümkündür. Dünyanın dört bir yanındaki Ermenilerin ve Ermeni kurumları, gelecek planlarını bu bilgi doğrultusunda yaparlarsa, ideallerine ulaşma yolunda emeklerini daha verimli kullanmış olurlar.  

Kaygıları anlamak

Türklerin, Kürt sorununda yaşanan çözüm sürecine dair kaygılarını anlıyorum.

Hayır, anladığım, “Türk kimliği Anayasa’dan çıkarılamaz.... Yapılamaz! Edilemez!” diyen totaliter kafalı, nato kafa nato mermerciler değil. Onların muradı, sahip oldukları, alıştıkları imtiyazları yitirmemek, hâkim unsurun ayrıcalıklı kesimi olarak kalmak, bunun için de göz göre göre savaşın devamını istemek.

Onları anlamıyorum, ama ortalama Türk’ün, “Dünün bebek katili barış elçisi mi oluyor!” “Teröristlere af mı geliyor!” “Bu kadar insan boşa mı öldü!” “Türkiye bölünecek mi?” yollu ve benzer pek çok kaygılarını anlıyorum.

Ne sanıyorduk, yıllar yılı düşmanlık, yıllar yılı paranoyalar, yıllar yılı milliyetçi böbürlenmelerle beslenen kuşaklar bir anda çoğulculuk, adalet, eşitlik timsali mi kesilecekti? Dün Kürt’e düşman edilenler, bir anda onlarla aynı vatanı paylaşan kardeşler olduklarını mı hatırlayacaktı? Dün hepimizin Türk olduğuna inandırılanlar, başka etnik grupların Türklerle eşit haklar istemelerine bir anda hoşgörüyle mi bakacaklardı?

Kemalizm, militarizm, milliyetçilik, devletçilik, devletçi tutuculuk, katı laikçilik Türkiye toplumunu hastalandırdı. Bu hastalığa, fikir dahi sayılamayacak bu fikirlerin propagandasına en çok maruz kalan kesimler daha ağır bir şekilde yakalandı.

Normalleşme yolunda adımlar atıldıkça, geniş toplum kesimlerinde uyanan şüpheleri de bu hastalığın sonucu olarak görmek gerek. Bu hastalığın tedavisi, çözüm sürecinin en önemli ayaklarından birini oluşturmalı. Çünkü barışın sağlanması ve sindirilmesi, her şeyden çok ve asıl olarak ‘Türk sorunu’nun çözümünden geçiyor

Bakü’nün fendi Ankara’yı yine yendi

Azerbaycan devletini elinde tutan Aliyev rejiminin Türkiye üzerindeki nüfuzunun ve lobi faaliyetlerinin 2015 öncesinde giderek boğucu ve tehlikeli bir hal alacağını daha önce bu köşede öngörmüştük. Van-Yerevan arasında yapılması planlanan, izinleri alınan, hatta biletleri satışa dahi çıkan uçak seferlerinin iptal edilmesi, Türkiye üzerindeki Azerbaycan baskısının son örneği oldu.

Dağlık Karabağ nedeniyle Ermenistan’la 20 yılı aşkın süredir büyük bir sorun yaşayan Azerbaycan devleti, Türkiye’nin Ermenistan’la ilişki kurma yönündeki her adımına karşı çıkıyor ve itirazlarının karşılığını da her seferinde alıyor.

Bu itiraz irili ufaklı her meselede tekrarlanıyor. Gün geliyor iki ülke arasında imzalanan protokollere karşı çıkıyor Azerbaycan, gün geliyor Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenistanlı muhatabı Sarkisyan’ın seçim başarısını tebriğini kınıyor, gün geliyor İstanbul’da yayımlanan Türkçe-Ermenice bir gazetenin, yani Agos’un Türk Hava Yolları tarafından yolcularına sunulmasına muhalefet ediyor.

Azerbaycan’ın çıkarlarının katı milliyetçi bir perspektifle savunulması anlamına gelen bu politikanın son kurbanı ise Van-Yerevan arasında başlatılmak istenen uçak seferleri oldu.

Azerbaycan’dan aldığı doğalgaza bağımlı olan Türkiye, Bakü’nün Ankara üzerindeki bu vesayetine ses çıkaramıyor. Ses çıkaramıyor, ama bu sessizlik bölgesel aktör olma iddiasındaki Türkiye’nin çizmeye çalıştığı imajla hiç uyuşmuyor.

Bakalım Bakü’nün fendi Ankara’yı daha ne kadar yenebilecek?