BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Ege’den ilk izlenimler

Konuya iyi tarafından başlamak doğru olacak, çünkü kamuoyu araştırmalarına göre Barış Süreci’ne en olumsuz yaklaşan Ege’de (%43 destek, %49 köstek) temas ettiklerimin çoğunluğu, kimi CHP milletvekillerinden çok daha olumlu ve ilerici.

12 Cuma sabahı TkMM’nin ev sahipliğindeki toplantı başlıyor; biri doğruldu, “İstiklal Marşı ve şehitlerimize saygı duruşu olmadan başlayamazsınız!” diye bağırmaya başladı. Dışarda Türk bayraklarıyla “Hainler” diye bağıran İP ve TGB’lilerin acentesi. Alkışlar ve ıslıklar arasında vazifesini bitirerek çıktıktan sonra, biz oturup üç saat konuştuk. Dolu dolu 29 soru geldi. “AKP’nin adamı mısınız?”dan tut, “Çözüm sekteye uğrarsa ne olur?”dan geçerek, “Süreç devam ederken demokratik adımlar atılacak mı?” ve “Kürtler barış istiyor; Türkler niye istemiyor?”a varıncaya kadar. Cevaplardan sonra herkes ikişer dakika söz alarak düşüncelerini belirtti. Dört dörtlük bir diyalogdu. Öğleden sonra Gediz Üniversitesi Gri Düşünce Topluluğu öğrencileri çağırmıştı. Hepsi de fevkalade kaliteliydi; bu kadar olur.

Urla ve Kemalpaşa

Ertesi gün Urla’da CHP’li belediye başkanı Selçuk Karaosmanoğlu’nun davetiyle deniz kenarında kahvaltı ve sohbet ediyoruz; biri yaklaştı, bağırıyor: “Yakında göreceksiniz, bütün Güneydoğu Türk bayraklarını kapıp meydanlara koşacak! Çünkü Hakkâri’ye Amerikan füzeleri yağmaya başlayacak!” Heyet başkanımız Tarhan Erdem “Dur, gitme, dinle, konuşalım” diye arkasından sesleniyor ama, arkadaş misyonunu yerine getirdi, uzaklaşıyor. Aynen, dünkü İstiklal Marşı’cı gibi. Öğleden sonra Anadolu Birliği’ndeki toplantıda heyetten Avni Özgürel açıklayacak: “Gösteri yapanlardan TGB’nin İzmir Başkanı’na mesaj attım, size gelelim diye, cevap dahi vermedi.

Kemalpaşa’ya geçiyoruz. Ulu bir çınarın altında bekleyenlerden biri kalkıp konuşuyor: “30 yıldır bekliyoruz, niye bu kadar geç kaldınız?” Bir diğeri: “Vücudum harita gibi. El değmedik iç organım kalmadı. Diyarbakır Askerî Cezaevi’nde 10 yıl 15 gün yattım. Beraat ettim!” diyor. Bir başkası kalkıyor, “Allah Başbakan’dan bin defa razı olsun. Muhalefet partileri de katılsın; onların da evlatları şehit olur”, diyor. Bunlar, 25 yıl kadar önce Kemalpaşa’da sanayi başlayınca, yakılan köylerinden kalkıp buraya yerleşen Güneydoğulular. Böyle konuşmaları normal. Ama konuşabiliyor olmaları çok şey anlatıyor.

“ABD-İsrail projesi”

Ama başkaları da var. “PKK geri geliyorum derse?” ve “PKK ne aldı ki durdu?” gibi endişeleri dile getirenlerin ardından bir diğeri kalkacak, “Muhterem zevat!” diye yüksek sesle başlayacak: “M. Kemal komutanımızın Kemalpaşası’na hoş geldiniz! Ama güvenlik güçlerimizle geldiniz! Bizden korkmayın! Bu nasıl projedir? Profesör gibi gelmeyin! Önünüze koydukları notlarla bizi ikna edemezsiniz! Bu bir senaryo. Adı: ‘A. Öcalan’ı nasıl kurtarabiliriz’. Bu bir ABD-İsrail projesi!

İlk Ege seferimizin öne çıkan sorusu: “Kürtlere ne verildi?” Barış Süreci’ne Güneydoğu’da desteğin yüksek oluşu rahatsız etmiş bazılarını. Tersi olsaydı insanların içi rahat olacaktı ve bu soru olmayacaktı gibi bir durum. Umut verildi yahu, sadece umut verildi. Eşitlik umudu verildi.

‘Kastrasyon Anksiyetesi’

Bütün olay, en net biçimde şöyle özetlenebilir: “Akil Adamlarımızı dinlerken bir ara sünnet düğünüm aklıma geldi. O gün de mahallemizin akil adamları ‘Korkma, bir şey olmayacak, canın hiç acımayacak’ demişlerdi. Oysa canım çok acımış, vücudumun bir bölümü kesilip alınmıştı. Bugün akil adamlar ‘Korkmayın, korkulacak bir şey olmayacak’ dedikçe sünnet geldi aklıma. Üstelik bu kez sünnet, yurdumuzun bir bölümünün koparılması demekti.” 

Aman tanrım, ne kadar tanıdık! Freud psikolojisindeki ünlü ‘Kastrasyon Anksiyetesi’ bu! Yani erkekliğinin babası tarafından koparılacağına ilişkin çocuk korkusu! Bu sözler, Egeli işadamlarıyla Hilton’da yediğimiz yemekte “Bu heyet Güneydoğu’ya gitsin!” diyen kişinin sosyal medyaya yolladığı iletiden. Sünnetçiyi bu sefer ‘Devlet Baba’ olarak görmek dehşete kapılmasına neden olmuş.

Yemeğe giderken, Kordon’da kamışla balık tutan gençlerden bir sakallı önüme çıkıyor, “Yine balık avlıyorum, aha şu 100 metre ilerdeki Kantar Karakolu’ndan geldiler, ‘Ulan ibne, sen dağa çık!’ diye beş saat dövdüler” diyor. Artık bilemem, doğru mu söylüyor. Bildiğim, bana yazan kimi ulusalcıların polise gerek bırakmayabileceği. Kopyalıyorum: “Neden bahsetiyorsunuz.. Ben bindigim Taksi söförü Kürtse asagi iniyorum.. Bunu yapanlar her gün artiyor. Birakin bu din maskesi altinda insanlari kandirmayi.. Kürtler ile Türkler hic bir zaman kardes omadi” veya “Al bölücülük yapıyorum. Şikayet et beni, astır beni. Senin gibi olacağıma Türk faşisti olurum daha onurludur benim için.” İkisi de iftihar ediyor ki, imzalamış. Ama şu imzalamamış:

akp amerikanın uşağı siz akpnin uşağı.. hiçbiriniz bu ülkeyi sevmiyor... bunu siz de biliyorsunuz.. sırf maddi ve manevi çıkarınız için köpeklik yapıyorsunuz.. siz türk bile değilsiniz.. devşirmesiinz.. 30 yıldır verdiğimiz şehitlerin acısını da alıcaz.. bahçelinin dediği gibi.. zamanı gelince asılacaksınız.. ulan sen 1915 te yaşadında mı ermeni kırımı diyosun ahlaksız köpek... ermenileri gerekirse gebertiriz pkk lıları da.. bu ülkede türkten başka millet yok.. kürt milleti yok... kürt kökenli türkler var.. ve doğu ile batı arasında en ufak bir düşmanlık yok. bunu billlll... sözde gazeteci seni... çöpçü olamayacak yaratıklarsınız... siktirin gdin bu ülkeden.. gidin sınırın öteki tarafına silah kuşanın da canınızı alalım.. allah belanızı vere...” Aniden aklım, 23 sene önce İzmirli bir iş adamından duyduğum, kimin bölücü olduğunu bana ilk defa düşündüren cümleye gidiyor: “S...ler gitsinler, vize koycaz!”