BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

İki şeyi ayırmak meselesi

 

Aklı başında kimi dostlar şöyle diyor: “Bu barış herkesin barışı olmalı. Her meseleyi bir arada çözmek zor. Eskilerle hesaplaşmak ve özellikle de Atatürk dönemini eleştirmek, can acıtıp lüzumsuz tepki üretebilir.” Çok doğru bir uyarı. En az üç nedenle:

1) İnsanlar, kendilerine küçükten beri öğretilmiş şeylerin yanlış olduğunu duymaktan hiç hoşlanmazlar. 2) ‘Laik bir din’den bahsediyoruz: Ulusalcılık. Bilaistisna hepimiz 90 yıldır öyle bir eğitim ve ritüeller sürecinden geçtik ki, mesela ben kendimi 45 yaş civarında toparlamamış olsam, şu anda rahatlıkla gayrimüslimlere ve Kürtlere küfrediyor, hatta saldırıyor olabilirdim. Üstelik insanlar barışa sırf AKP’nin projesi diye karşı çıkıyor, zombilerden korkuyor, eşitlik seviyesine inmek istemiyorlar. 3) Zaten heyetlerden beklenen, insanların izlenimlerini toplamak ve kanın durmasına destek yaratmak. 90 yıldır tek kimliklilik adına yapılan hataları listelemek değil.

Ama, kolay değil

Gel gelelim, barışı savunmak ile hataları eleştirmeyi birbirinden ayırmak, sanıldığı kadar kolay olmuyor. Gerçi çok yerinde ve iyi niyetle sorulmuş olanlar çoğunlukta ama, bazı sorular sizin barış söyleminizi Sakallı Celal'in 'Bu kadarı ancak tahsille mümkündür” özdeyişini doğrulamak istercesine, deştikçe deşiyor. Mesela, Kurtuluş Savaşı boyunca verilmiş tüm şehit sayısı 9167 olmuşken, bu nafile savaşta 40 bin kayıp verildiğini, bu nafile kanı durdurmanın önemini anlatıyorsunuz, soru: “Önce şuna cevap verin: PKK terör örgütü müdür değil midir?

Ulusu tek kimlikli ilan eden ulus-devletin insanlara öğrettiği başlıca şey, farklılıklardan nefret ve korku. Soru geliyor: “Bölünmez vatan ne olacak?” Başımıza bunların herkesi zorla ‘Türk’ yapmak yüzünden geldiğini nasıl anlatacaksınız, ‘Dağ Türkleri’ meselesini ve ‘Kart-Kurt-Kürt’ü anlatmadan? Bir toplantıda “Dağ Türkleri lafını da ilk defa sizden duyuyorum” diyen biri çıkarsa soğukkanlılığınızı korumak için ne yapmalısınız? Oldu bu; şaka yapmıyorum. “Süreç başarısız olursa ne olur?” sorusuna verdiğiniz “Terör kontrolden çıkıp AVM’leri gidilemez hale getirebilir” cevabını internete şöyle yansıtanlar var: “B. Oran Ege ve İzmirlileri ölümle tehdit ediyor!

Üniter devlet parçalanmadan özerklik olur mu? Gelin de anlatmayın, galat olarak İngiltere dediğimiz B. Britanya’da Londra, Galler, İskoçya ve K. İrlanda olmak üzere dört tane parlamento, hükümet, başbakan bulunduğunu ve B. Britanya’nın bir üniter devlet olduğunu. Çünkü üniter devletin, ‘yetkilerin merkezden verildiği devlet türü”’ anlamına geldiğini. Londra’nın K. İrlanda’ya tam üç kere özerklik verip geri aldığını.

Gelin de girmeyin; vilayetlerin özerk olacağının ve Kürt meselesinin bu sayede sorun olmayacağının, Ocak 1923 İzmit Basın Toplantısı’nda Gazi tarafından ilan edildiğine. “Yani Atatürk Kürtleri aldattı mı diyorsunuz?” sorusu gelince de, “Sorunuz üzerine, Kürt meselesinin o günlerde nasıl ele alındığını anlattım. Yorum sizindir”den başka ne diyeceksiniz? “Her şeyin PKK terörüyle başladığını görmüyor musunuz?” dendiğinde, köyde ağa çocuklarına 1 kuruş bayram harçlığı verilen 1930’larda kasabaya yumurta getiren köylüye Kürtçe konuştuğu için her seferinde 5 kuruş ceza kesildiğini söylemeyip ne yapacaksınız? Bu kadar ayrıntıya tabii ki girmiyorsunuz ama bunun mesela dörtte birini söylemekten nasıl geri duracaksınız?

Kurmak ve devam ettirebilmek

Yıllardır yazıp çizdiklerinizi duymuşlar: “ ‘Cumhuriyet yanlış kuruldu’ demişsiniz?” İsterseniz anlatmayın; Fransa’daki laikliğin Katolik-Protestan rekabeti sayesinde mümkün olduğunu, Cumhuriyet’in ise gayrimüslimleri etno-dinsel temizliğe uğratarak ve Alevileri denklem dışına iterek Sünni İslam’ı rakipsiz hale getirdiğini, bu yüzden de hû çekilen evleri bile basan bir ‘laikçilik’ uygulamak zorunda kaldığını, işin sonunda da AKP’yi iktidara kendi eliyle çıkardığını.

İsterseniz hatırlatmayın, devletin şiddet kullanan-kullanmayan bütün Kürtleri aynı biçimde ezmek yüzünden, aynı ‘rakipsiz bırakma’ hediyesini PKK’ya da sunduğunu. Ayrıca, Kürtler zorla asimile edilmek yerine ulusal ekonomik pazara dahil edilselerdi, o devrin Müslümanlık ortak paydası sayesinde bu insanların doğal süreç içinde yavaşça bütünleşecek olduklarını...

Anlatıyorsunuz ki, esas mesele 1930’lardaki Atatürk uygulaması değil, çünkü Cumhuriyet’in içinde doğduğu ve aldığı 1920’ler ve 30’lar Avrupası bugünkünün 180 derece zıddıydı; baştan aşağı diktatörlüklerle doluydu. Üstelik, 15 ay geçmeden Şeyh Sait isyanı patlamıştı. Bugünden bakıp o ortamda demokrasi beklemek tabii ki zor. Esas mesele, o uygulamanın çoğulcu 21. yüzyılda sürdürülmesi. Bunu bir de Mitterrand’ın 1981’deki sözleriyle vermeyi deniyorsunuz: “Fransa’nın kurulabilmesi için, geçmişte, güçlü ve merkeziyetçi bir iktidar gerekmiştir. Bugün ise, dağılmaması için, siyasal iktidarın ağırlıklı olarak yerel yönetimlere bırakılması zorunlu hale gelmiştir.”

Bu hengâme bittikten sonra çocuklarımız şunu anlayacak: Biz, çok kültürlü-etnili-dilli-dinli-mezhepli Ortadoğu’da zorla tek kimliklilik kurmak isterken, Kürtlere ve İslamcılara sipsivri birer ‘bilinç’, ulusalcı laiklere de yine sipsivri bir ‘yanlış bilinç’ vermişiz. Kavga da bundan çıkmış.