VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Lübnan’ın en güçlü adamı

 

Lübnan’ın en güçlü adamı ne Hıristiyan cumhurbaşkanıdır, ne Sünni başbakan, ne de Şii meclis başkanı. Eğer Lübnan’ın en güçlü adamı, 2005 yılına kadar, Suriye yönetiminin fiili temsilcisi Ğezi Kanaan idiyse, bugün de, Suudi Arabistan Elçisi Ali Bin Avuad Asiri’dir. 
Lübnan’da bugün herkesi Asiri’nin ofisine ulaşmak, onunla buluşmak, onun ‘kutsamasına nail olmak’ ve böylece Suudi Arabistan’ın benimsediği kampta yer almak için bir koşuşturmaca içinde. Asiri daha bir hafta önce “Kapılarımız herkese açıktır ve Suudi Arabistan tüm Lübnanlıların evidir” açıklamasında bulunmuştu. Bu açıklama, aslında, geleneksel muhaliflere, Hizbullah ve hatta İran ve Suriye yanlısı gruplara yönelik, elçilikle temas kurmaları için yapılmış bir çağrıydı. Başka bir deyişle, Asiri, onlara, eğer Lübnan’da iktidara ortak olmak istiyorlarsa önce kendisine konuk olmaları gerektiğini anımsatıyordu. 
Lübnan’ın bu yeni efendisinin çağrısını kolayca yutmayacağı aşikâr olan Hizbullah da, Beşar Esat’la buluşmak üzere kalabalık bir heyetle Şam’a hareket etti. Suriye’deki devrim başladığından beri, bu boyuttaki ilk karşılaşma bu. Ancak Hizbullah, bir noktadan sonra geri adım atacağını kendisi de biliyor – özellikle de, en yakın müttefiki olan, diğer Şii grubu El Amal, Asiri ile anlaşmış; başında Hıristiyan Maruni Michel Aoun’un bulunduğu Özgür Milli Hareket’in temsilcileri de elçiliği ziyaret etmişken.
Hizbullah’ın bu duruma düşmesinde kendi liderliğindeki hükümetin başbakanı Necip Mikati’nin istifası ve hemen ardından, birkaç gün içinde, Suudi Arabistan hattına Mikati’ye nazaran çok daha yakın olduğu bilinen Tammam Salam’a hükümeti kurma görevi verileceğinin belli olması önemli rol oynadı. Bölgedeki değişimler ve bu değişimlerin Lübnan’a doğrudan etkileri, her şeyden bağımsız olarak, hatta seçim bile yapmadan hükümet değişimini dayattı. Bu durumun gerekçesi de, kurulacak ‘tarafsız’ hükümetin ülkeyi yeni seçimlere götürecek olduğu.
İyi de, ne oldu da Asiri bu denli kuvvetlendi? Yıllarca Pakistan’da elçilik görevi yaptıktan sonra, en zor günlerini yaşayan Lübnan’a atandı. En zor günler, zira tam da bugünlerde dengeler değişiyor ve Suudi Arabistan, tam da bu şartlar altında Lübnan’ı ele geçirmeye çalışıyor.
Bunda bir yenilik yok. Refik El Hariri döneminde de, Suudi Arabistan, yatırımlarla, turizmle, yardımlarla ve sair maddi desteklerle Lübnan’ı satın almayı deniyordu. Lübnan, Suudi Arabistan’a iki konuda borçlu: Öncelikle Suriye’den bağımsızlığını kazanması, sonra da Hizbullah’ın, dolayısıyla İran’ın mutlak egemenliğinin boşa çıkartılması. Diğer yandan, Lübnan tümüyle Suudi iradesine tabi hale geldi. Doğal olarak, bütün yöneticileri de elçiliğin konuğu oldu.
Asiri’nin gücünün kaynağını anlamak için onun cümlelerine bakmak gerekir. Bir televizyon söyleşisinde, Suudilerin Lübnan’da konut ve işyeri sahibi olduklarını, ailevi ilişkileri olduğunu söylüyordu. Bu cümlenin Lübnancası, Suudilerin Lübnan’a gidip gelmelerinin bu ülkenin siyasi atmosferine bağlı olduğu. Başka bir deyişle, hükümet Suudi iradesi doğrultusundaysa gelirler, değilse Lübnan ekonomik kaynaklarını kaybeder.
Bu sözler temelsiz değil. Lübnan’daki tüm fabrikalar, restoranlar, oteller, taksi şoförleri, esnaf; kısacası, geliri turizmle ilintili olan bütün iş alanları ve çalışanlar, Suudilerin Lübnan’a gelmemesinden etkilenirler. Bu çekinceye son verecek gizli sözcüklerse, Asiri’nin iki dudağının arasındadır.
Hizbullah, şüphesiz, ülkenin ekonomik durumunu biliyor. Suriye-İran ikilisi, Lübnan’ın bütün ekonomik açıklarını kapamak konusunda yetersiz. Lübnan ticaretinin bir parçası olan Hizbullah üyeleri bile kendi yönetimlerinin bu yöndeki politikalarından şikâyetçi. 
Asiri, ekonomik olarak çökertme siyasetiyle Lübnan hükümetini devirmeyi ve kendi iradesine uygun bir hükümetin oluşacağı ortamı yaratmayı, ve böylece Lübnan’ın en güçlü adamı olmayı başardı. Bu gücü, yerel El Sefir gazetesi “Yöneticiler yanına sürünerek gidiyorlar” ifadesi ile tanımlıyor.