BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Savaş ve barış

İnsanlığın başlangıcı 14 milyon yıl öncesine dayanıyor. İlkel çağları hiç saymasak, bildiğimiz homo sapiens haline gelişinden ve gelişerek şimdiki insan halini almasından başlasak, aşağı yukarı 30 bin yıl oluyor. Geriye doğru izlenebilirliğini kesinleştirmek için, yazının icadından başlasak da, üç bin küsur yıl.
Neler becermiş, neler başarmış, öğrenmiş, bilinçlenmiş, uygarlaşmış, ta bugünlere gelmiş insan... Bu arada güzelim dünyanın canına okumuş ama onu saymıyorum, konum başka. Bugün savaş ve barıştan söz edesim var. İnsanlık son üç bin yılın –ki bazı araştırmalara göre beş bin de olabilir– yalnızca 292 yılını barış içinde geçirmiş. Aman Tanrım! Dehşet vericix değil mi?
 
İzlediğim bir yarışma programının sorularından biriydi bu. Fena halde kafama takıldı. Şöyle bir göz atıvereyim dedim. Malum, artık internet var, yazını yazarken bir şeye takıldın mı, pıt diye basıveriyorsun bir düğmeye ve hop, bilgiler ânında, şakır şakır dökülüyor. Seçtiğin konu dallı budaklıysa eğer, bir şey başka bir şeyi çağrıştırıyor, merak merakı açıyor, battıkça batıyorsun sonra. Hatta şaşırdıkça şaşırıyorsun, istatistikler çıktıkça karşına.
 
Bunun öncesi de var tabii ama son on yılda savaşlarda iki milyondan fazla çocuk ölmüş, altı milyon çocuk sakat, bir milyondan fazlası da anasız-babasız kalmış, binlercesi işkence görmüş ve tecavüze uğramış. Binlerce çocuk savaşlarda asker gibi kullanılıyormuş. Genel olarak savaşlarda ölenlerin %90’ı siviller oluyormuş. Ve de bugün dünyada, 500’ü bilim adamı olmak üzere, 15 milyon kişi silah ve silah geliştirme endüstrisinde çalışmaktaymış. 
 
Ne paralar gidiyordur kim bilir. Oysa onca akil insan var dünyada, hiçbiri akıl edemiyor mu ki, bu paralarla dünyanın geleceği kurtulur... Bu arada denizde kaybolan 92 nükleer bombanın varlığı da biliniyormuş. Belaya bak hele.
 
Bu dehşet verici sayıların daha bile fazla olması mümkün, ulaşılamayan, istatistiklere girmeyen yerler düşünülürse. Ülkemizde yıllardır süregelen ve adı resmen ‘savaş’ olmayan iç savaşta pisipisine neler harcanmıştır kim bilir... Ne çocuklar ziyan olmuş, ne ocaklar sönmüştür. Patlamamış mayınlara basıp sakat kalan çocukları saymıyorum bile. Nusaybin’de adı ‘bacaksızlar köyü’ olan bir köy gördüm. Her ailede bir-iki kopuk bacak vardı.
 
Şimdilerde yeni yeni, umut yeşerten barış ifadeleri kullanılmaya başladı. Seçilmiş, kimi ‘akil’ insanlar diyar diyar dolaşıp barış sözcülüğü yapıyorlar. Onlara da keşke başka bir şey denseydi – ne bileyim, ‘elçi’ gibi bir şey belki. İnsanı zorla komplekse sokuyorlar; ülkede bu kadar akil var, gerisi alık mı yani? Neyse, biliyoruz ki niyet iyi tabii de, sonuç meçhul. Geleceğin neler getireceği hâlâ pek bilinmiyor bence, canı çok yanmış insanlarla diyalog kurmak kolay olmuyor sanırım. Yani işleri oldukça zor.
Barışı kim istemez? Ama önce bugüne kadar barışı engelleyen şeylerle yüzleşilmeli; geçmiş bir hareketle silinip görmezden gelinmeye çalışılmamalı. Tarih önemli bir hazinedir, yok sayılamaz. Olan olmuş, geçen geçmiş, artık geleceğe bakmalıyız demekle olmaz. Ki zaten, Murathan Mungan’ın şiirindeki gibi: Acı veriyorsa geçmiş; geçmemiş demektir. Veriyor. Ve unutmak her zaman ilaç değil.
“Çok sık bakıyorsun geçmişe” dediler bir gün bana. Çok sık değil ama evet, bakıyorum. Denenmişi yeniden denememek için. Bunu geçelim. Aslında hepimiz bakıyor ama ayırdına varmıyormuşuz; hem soyut, hem somut anlamda... Herkesin ‘soyut’u kendine göre ama somut olanı şöyle: Gözümüzün gördüğü her şey aslında geçmiş sayılırmış. Çünkü görmeyi sağlayan ışık gözümüze gelene kadar, belli bir süre geçiyormuş. Yani aynada kendimize baktığımızda bile, birkaç saniyelik geçmişimizi görüyormuşuz. İlginç, değil mi?
 
Galiba pek karıştı bu yazı. Hadi, madem öyle başladım yine savaşa bağlayarak bitireyim. Ama biraz hafifleteyim. Biliyor musunuz, ‘gelir vergisi’ kavramını, Fransa’yla yaptığı Yüz Yıl savaşlarını finanse edebilmek için İngilizler icat etmişmiş. Buna ne dersiniz?