YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

İkisi bir arada: Nasıl olabiliyor?

Epeydir farklı alanlarda süren ‘ceberut devlet uygulamaları’ son bir haftada, artık iyice elle tutulur, gözle görülür hale geldi. Taksim civarındaki her toplantıya gaz bombası ile saldırıyor polis. Hükümet/devlet, muhalif gruplar hakkında, aynı 12 Eylül darbecilerinin kullandığı dili kullanıyor. Son olarak, Çağlayan Adliyesi’nin önünde basın açıklaması yapmanın da yasaklandığını öğrendik. Polis, elinde gaz bombası tüpüyle nöbet bekliyormuş, açıklama yapılmasın diye. Açıklama yapan bir gruba da müdahale edildiğini ve grubun Adliye sınırları dışına çıkarıldığını öğrendik. Kritik bir merhaledir.
Öte yandan, çözüm süreci de tam gaz ilerliyor, CHP ve MHP’nin konuya bakışının yanında, elbette, AKP makulü temsil ediyor; Akil İnsanlar gittikleri yerlerde kimi zaman protestolarla karşılaşsa da, görev tanımları tartışılsa da, kimi yerlerde AKP örgütünün dahi kafalarında soru işaretleri olduğunu gözlemleseler de, süreç yürüyor. PKK Çarşamba günü çekilmeye başladı, siyasal Kürt hareketinin ‘süreç’ten önemli bir şikâyeti yok. Burada işler –en azından görüntü itibariyle– yolunda gibi.
Soru şu: Peki, bu ikisi bir arada nasıl oluyor? ‘Barış mı, demokrasi mi?’ sorusunun anlamsız olduğu defalarca zikredildi, ben de öyle düşünüyorum ama şu yukarıdaki tabloyu, bir adım geriye çekilip değerlendirmek ve bu soruyu sormak zorundayız, eğer “Boşver abi, işler yürüyor işte bir şekilde” rahatlığında değilsek.
Şu notu baştan düşmek isterim: “İşte AKP’nin gerçek yüzü yine ortaya çıktı, dolayısıyla bu barış işi de bir aldatmaca” gibi bir kinaye peşinde değilim; tabloya bakıp, barış sürecinin bir balon olduğu sonucunu çıkarmıyorum. Bir de bunun tersi var, biliyorsunuz: “Barış yürüyor, AKP her sorunu çözüyor, bu ceberut devlet görüntüsü bir aldatmaca, AKP sağ bir parti olduğu için gösterilere böyle bakıyor ama sonuçta zaten demokrasiye yürüyoruz, er ya da geç...” Tahmin edersiniz ki bu noktada hiç değilim. Bu tutumları şunun için saydım: Bir kesime göre, ceberut devlet sabit, çözüm süreci yalandır. Bir kesime göre ise çözüm ve AKP’nin reformculuğu sabit, ceberut devlet yalandır. Diyeceğim şu: İkisi de gerçek. O da gerçek, bu da. Ama nasıl bir gerçek? Tekrar yakınlaşıp, tabloya yakından bakmayı öneriyorum.
Çözüm süreci: daha önce de defalarca yazdım. AKP’nin gelecek dönem için çizdiği Türkiye profilinde ekonomik açıdan sıçrama yapmış bir ülke var. Mevcut ekonomik yapının daha fazla süremeyeceğini Erdoğan bence gayet iyi biliyor. Kısa süreli sermaye akışına dayalı bu sistemin kırılganlığı ortada ve en küçük bir krizde, bilhassa büyük şehirlerinde kredi/kredi kartı borcuyla yaşanan bir ülke haline gelen Türkiye’de kritik sarsıntılar yaşanabilir. Bu aslında bir nevi birbirine mecbur iki sistem, bir döngü haline geldi. Toplum borçlu olduğu için siyasette istikrara göz yumarken; “siyasi istikrar” da –cari açığı fırlatmamak kaydıyla- asgari bir büyüme için bu sisteme göz yumuyor, hatta zaman zaman frenlemeye çalışıyor. Ancak zincir koparsa neler olacağını kimse öngöremiyor. Beri yandan 2012 son çeyrek büyümenin düşük geldiğini, sanayi üretim verilerine bakılırsa 2013 ilk çeyreğin de pek yolunda gitmediğini söyleyebiliriz. Altını çiziyorum: sadece bu yüzden değil. Ama şu gözardı edilemez. Kürt Sorunu’nu çözmek AKP’yi birçok açıdan ferahlatacaktır. Savunmaya ayrılan pay azalacak, yeni (bilhassa bölgeye yönelik) yatırımların önü açılacak, yeni bir tüketim ve üretim modeline geçilecek, yeni/bölgesel (bilhassa Kuzey Irak’ta) enerji kaynakları ile buluşulacaktır. En önemlisi yeni bir not artışı ile Türkiye resmi olarak da yatırım yapılabilir ülke haline gelecek, dolayısıyla yeni ve daha güvenli fonların akışı sağlanacaktır.
Sanıyorum “Türkiye resmi görüşün zincirlerinden kurtuluyor, Kürtlerle barışıyor, tarihiyle barışıyor” argümanının kuvvetli olduğu ve elbette ki gerçeklik payı taşıdığı bir dönemde ekonomik ayağı öne çıkarmam sevimsiz kaçacaktır. Ama bu çözüm meselesinde ekonominin önemli rol oynadığını düşünüyorum. Şu tabii ki var. AKP elbette ki Kürt meselesine laik-Türk elitin, kurucu otoritenin ve MHP’nin baktığı gibi bakmıyor. Ancak şunu akılda tutalım her zaman: AKP, tabanı, milliyetçi tonun hiç de az olmadığı muhafazakârlardan oluşan bir partidir ve bu konuda gideceği yerin bir sınırı vardır. Çözümün bu sınırlar dahilinde olması muhtemeldir. Erdoğan’ın ‘silah bırakma’ konusundaki ısrarı ve –becerebilirsek– yeniden kurulacak olan Türkiye’de Kürtlerin –ve elbette diğer ‘anasır’ın– nasıl bir modelde yer alacağı konusundaki belirsizlik not edilmelidir.
Bu durum genel olarak “Bu işler elbette öyle yürür, kervan yolda düzülür” formülüyle açıklanıyor, ancak ben böyle bir rahatlığın sakıncalı olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki, bu belirsizlik bir yana, sürecin hâlâ kapalı kapılar ardında yürümesi de, üzerinde durulması gereken bir mesele. Tüm toplumun kaderini tayin edecek bir ‘barışma’nın, iradelerin üst mercilere teslim edilerek yürümesi, bilemiyorum, ne kadar istenir bir yöntem.
Elbette, öteki de doğru. AKP, çözüm süreciyle eşzamanlı olarak, yapısı gereği dizginsiz bir liberal –ama aynı zamanda ‘Şef’e dayalı– modeli hayata geçireceği sistemi de kurmakta. Grev, sendikalaşma, gösteri, basın açıklaması kısıtlamalarının, nükleer santral ve her türlü özelleştirme / arazi kiralama ihaleleriyle peş peşe gelmesi tesadüf değil. Kapitalist ve otoriter bir rejim gitgide kökleşmekte. Bu tablonun, sol için kritik bir sınav mahiyeti taşıdığı da ortada.