YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

ABD-Türkiye: Beraber yürüsek biz bu yollarda...

Başbakan Erdoğan ve beraberindeki heyetin ABD Başkanı Obama ile yaptığı görüşme her açıdan önemliydi. ‘Çözüm süreci’nin –görünürde– yolunda gittiği, ekonomide büyük çaplı anlaşmalara (İstanbul’a üçüncü havalimanı, nükleer santral) imza atıldığı, kredi derecelendirme kuruluşlarından yeni bir not artışının gelmek üzere olduğu –ve görüşme günü geldiği–, öte yandan Reyhanlı saldırısının şaşkınlık ve öfke yarattığı, dolayısıyla AKP’nin Suriye politikalarının bir kez daha masaya yatırıldığı bir dönemde gerçekleşti ziyaret. İşte böyle bir dönemde, bir ABD Başkanı, Erdoğan’la ilk kez bahçede uzun bir basın toplantısı düzenledi; ardından, Başkan Yardımcısı Joe Biden ve Dışişleri Bakanı Kerry, Erdoğan’ı bir öğle yemeğinde ağırladı ve akşam da, dar kapsamlı bir yemekte yeniden bir araya gelindi. Bir Türkiye başbakanı ilk kez böyle bir izzet ve ikramla ağırlanıyor.


Erdoğan ve ekibinin daha 13 yıl önce Milli Görüş geleneği içinde olduğunu hatırlarsak, müthiş bir dönüşüm bu. ABD ve onun stratejik ortağı İsrail’e alabildiğine mesafeli duran bir gelenekten çıkan ve doğru yolun global kapitalizmin içinde yer almak olduğunu, bunun için de ilkeli gibi görünen ama alabildiğine esnek bir politika izlemek gerektiğini düşünen AKP, bu esnekliği-pragmatizmiyle, hem hatırı sayılır bir oy oranını konsolide etmiş, hem –ve böylece– yurtiçindeki rakip ve düşmanlarını kesin bir mağlubiyete uğratmış, hem de global sistemin ‘kalbine’ girmeyi başarmış görünüyor. Evet, gelen mesajlardan anlaşılan, Türkiye’nin Suriye konusundaki ‘heves’i ABD tarafından dizginlendi ve AKP Obama’dan duymak istediklerini duyamadı. Ancak bu ve diğer konularda genel hatlarıyla ‘aynı çizgi’ üzerinde yürüme konusunda anlaştıklarını düşünebiliriz.
 

Genel tablo şu: ABD ve AKP Suriye’ye ilişkin görünürdeki görüş ayrılığına rağmen, her zamankinden daha fazla işbirliği görüntüsü içinde. Üstelik AKP, Türkiye’de bilinegelen ve alışılagelen algıyı tersine çevirdi ve ‘ABD’nin istediklerini yapan ülke’ konumundan, ‘ABD’ye bir şeyler yaptırmak isteyen ülke’ konumuna geçmeye niyetlendi ve böyle bir imaj çizdi. Böyle tarif edince –ki iktidar çevreleri tabloyu zaten ısrarla böyle tarif ediyor– pek bir mesele yokmuş gibi görünüyor. Hatta bundan gurur bile duymamız isteniyor. AKP’nin algıyı nasıl tersine çevirebildiğini görüyoruz burada, açıkça. Çünkü talep eden taraf hükümet olunca, Türkiye ABD ile yakın bir işbirliği içinde değilmiş havası yaratılabiliyor.
Bazen bir konuya aşırı konsantre oluruz, gözümüz başka bir şeyi görmez. Dolayısıyla, ara sıra kafamızı kaldırıp şöyle bir etrafa bakmakta fayda vardır. Tam da burada, mesela Irak’a bakmakta fayda var. Erdoğan Obama ile bir dizi görüşme yaparken Irak’ta olup bitenler çok dikkat çekmedi Türkiye’de.

Oysa bültenlere yansıyanlar, ülkede şiddetin yeniden artış eğilimine girdiğini, Sünni ve Şii cephenin, yine bombalı saldırılar vasıtasıyla boğaz boğaza geldiğini gösteriyor. Sadece Nisan ayındaki saldırılar sonucunda 700 kişi hayatını kaybetti. Bu yılki kayıp sayısı 1500. Son bir hafta içinde, hem Sünni, hem Şii, hem de diğer gruplardan, yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi de yaralandı. Ülkede şiddetin, ABD askerlerinin 2011’de çekilmesinden bu yana en geniş alana yayıldığı bildiriliyor. Özetle, Irak hâlâ –ve yeniden– bir mezhepler hesaplaşması içinde can çekişiyor.
 

Irak’taki bu tablonun sorumlularından biri, şüphesiz, ABD. Obama yönetimi asker çekme ve artık bu tür operasyonlara bulaşmama politikasıyla dünyadaki ABD karşıtı havayı biraz yumuşatmaya çalışsa da, bu tablodaki sorumluluk, büyük oranda, eskisiyle-yenisiyle ABD yönetiminde ve onun Ortadoğu politikasında. Devam etmeden, şu notu düşmekte fayda var: Irak ve Suriye aynı değil. İki ülkede birbirinden hayli farklı dinamikler söz konusu. Saddam ve Esad, birbirinden epey farklı. Suriye’de olup bitenler, oradaki muhalif dinamikler, Esad yönetiminin muhalefeti bastırma politikasında kullandığı şiddet, ABD’nin yeni Ortadoğu politikası, evet, bunların hepsi farklı. Dolayısıyla Irak ve Suriye’yi aynı yere koyamayız. Ayrıca, Suriye’de zor durumda olan binlerce insan var ve Türkiye’nin bu insanlara sırtını dönmesi mümkün değil. Ancak bir haftadır Suriye’den gelen haberler, burada da aynı Irak’ta olduğu gibi bir mezhep savaşı alevinin büyümekte olduğunu, Sünni savaşçılarla Esad yönetimine yardıma gelen Hizbullah gibi Şii örgütlerin gaddarca yöntemlerle savaştığını, dizginsiz bir şiddetin yaygınlaştığını gösteriyor. Son Reyhanlı saldırısı, bu şiddetin bölgeye doğru genişleme eğilimine girdiğini de gösteriyor. Böyle bir tablo içinde, iktidar ve çevresinin ilgilenmemizi istediği konu, ABD ile yapılan pazarlıklar. Oysa bölge hakkında kabaca bir tahminde bulunsak bile, bu aşamadan sonra Esad gitse de –aynı Irak’taki gibi – iç savaş koşullarının süreceğini, bölgedeki iki büyük kampın (Şii güçler ve El-Kaide / Selefi gruplar) burayı da bir gövde gösterisi sahasına dönüştüreceğini görebiliriz.
 

AKP’ye sormamız gereken soru şu: Türkiye bu hesaplaşmanın neresinde ve ne şekilde yer alacak? Suriye konusunda, en başta saptanan –ve bazı öngörülerin tutmadığı– çizgi içinde mi kalınacak? Yoksa bu kan gölünü durdurmak için yeni politikalar, yeni arayışlar mı gündeme gelecek? Bilemiyoruz. Ancak geçen hafta gördüğümüz manzara, Irak’ın bu hale gelmesinde oynadığı rolün hesabını hâlâ vermeyen ABD yönetimi ile ‘aşırı yakın’ olmaktan çocukça bir neşe duyan, “beraber ıslandık yağan yağmurda” diye mesajlar atan bir AKP heyetine işaret ediyordu. Yeni bir döneme daha girdik, özetle.