BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

İsterseniz hayattan rengi alın

Bir süredir, bir boya markasının reklam cingılı dolanıyordu dillerde, dikkatinizi çekmiştir herhalde. Bazı ünlü sanatçıların da seslendirdiği hoş da bir melodiydi. “Hayattan rengi alın, geri neyi kalır ki” diyordu. Bu günlerde pek duyulmuyor. Ya modası geçti, ya da benim gibi düşünen birileri daha oldu, o yüzden vazgeçtiler. İlk duyduğumda irkilmiştim, iyi bulunmuş bir cümle gibi de gelmişti. Çünkü benim için de renk çok önemlidir. Kaldı ki, metni hazırlayanlar, sırf ‘renk’ kelimesinin İngilizcesi olan ‘colour’ı çağrıştırması için ‘kalır’ı kullanmış olabilirler ki, çok zekice. Eğer rastlantıysa, demek ben zekiyim. Gülmeyin.

Neyse... Sık sık dinledikçe, başka şeyler düşündürmeye başladı. Ve git gide “Ne kadar yanlış” dedirtti. Çünkü hayatlarının rengi alınmış birçok dostum var benim. Kimi önce sahipken, birden kaybetmiş, kimi de doğduğundan beri hiçbir rengi bilmeden yaşamış. Onlar görme engelliler. Gerçi bizim bilmediğimiz birçok renge sahipler ama somut anlamda, o ‘olmazsa olmaz’ sanılan renk kavramını bilmiyorlar. İnanın bana, çok şeyi var daha hayatın. Onlardan neler öğrendim. Gerekli eğitimi aldıklarında ve ülke çapında engellilerin de herkes kadar her haktan yararlanması sağlandığında, yapamadıkları hiçbir şey, alamadıkları hiçbir zevk yok. Ki görmeyenlere sorarsanız, onlar “Hayattan ‘ses’i alın, geri neyi kalır ki” diyorlar.

Takılınca takılıyorum ya böyle, bir süre düşündüm ben de ‘Ses mi, renk mi?’ diye. Başka özel bir bedensel engel ve ağır bir hastalık olmadığında, ses ve renk çok önemli insan için tabii. Şimdi de, üzerime üzerime gelerek, bu yazıyı yazma arzusu duymama neden olan olayı anlatayım size.

Geçenlerde bir pazar günü Büyükada’ya gitmek gafletinde bulundum, daha doğrusu mecburiyetinde kaldım. Pazar günleri vapurların hali malum; “Her kuş bir arada, bir karga eksik” durumu. Adalar arası işleyen vapurlar da inadına bilmem kaç saatte bir ve de kağnı arabası gibi olunca, tıkış tıkış, itiş kakış, iki saate yakın bir eziyet çekiliyor. Aldım kitabımı, oturdum esintili bir köşeye, etraftaki gürültüye kulaklarımı tıkayıp okumaya çalışacağım. Derken, yanıma ve karşıma, biri 10 yaşlarında, diğerlerinin yaş ortalaması 14 olan yedi çocuk gelip oturdu.

“Eyvah” dedim, “kim bilir ne şamata yapacaklardır şimdi bunlar.” Önce başımı iyice kitabıma eğip, hiç ilgilenmemeye çalıştım. Hatta kâğıt mendilin ucundan koparıp kulaklarımı tıkamayı bile düşündüm. Sonra birden farkına vardım ki etrafımda sürekli bir hareket var ama hiç ses yok. Bir baktım, eller kollar havada, gözler fıldır fıldır, ağız burun kıpır kıpır... Meğer çocukların hepsi de işitme engelli değil miymiş? Belli ki aynı okula gidiyorlar. Ve de belli ki adaya gittikleri için mutlular, hevesliler, heyecanlılar. Bir coşku, bir neşe, bir enerji ki, sormayın. Kitabı falan bıraktım tabii, başladım bunları seyretmeye.

Vapurdaki gürültü tarif edilecek gibi değil ama bizim sırada çıt yok. Ne avaz avaz bağıran insanlara, ne uyumsuzca birbirine karışan müzik seslerine, ne zırıl zırıl zırlayan çocuklara, ne dakika başı tepemizde biten seyyar satıcılara tepki veriyorlar. Heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyorlar. Espriler yapıp şakalaşıyorlar. Neler konuştuklarını anlamaya çalışıyorum, ki mümkün değil. Zaten süratlerine yetişemiyorum, bir de gevezeler ki... “Ay bi susun ayol, bi susun!” diyesim geldi bir ara.

Bir de, bu işaret dilini öğrenme arzusu duydum valla. Garip bir duygusallığı ve şiirselliği var bence. Gerçi o kadar dikkatle incelediğimden ve güldüklerinde elimde olmadan güldüğümden onlar kendilerini anlıyorum sandılar ya neyse. Ha, bir de bir ara ufaklık bir yerini kanattı, yanımdaki kız beni dürtüp “Mendilin var mı?” dedi, tahmin ettim, anladım sandılar. İnerken tek tek benimle vedalaştılar. Ben de arkalarından bakakaldım. Mutluydular, komplekssizdiler ve sevgi gören çocuklar oldukları her hallerinden belliydi.

Sonuç olarak, onların hayatlarından da ‘ses’ alınmıştı. İnanın, geriye çok şey kalıyormuş daha. Hayat çok zengin, neler var yaşanacak. Yeter ki ‘sevgi’ alınmasın elimizden. Ve doğru eğitilelim. Özgüvenimiz de olur o zaman, umudumuz da. Zenginiyle, yoksuluyla, sağlamıyla, engellisiyle, dünyadaki tüm insanların tek tek sevgiyle sarmalanmış ve doğru eğitilmiş olduklarını farz edin. İster renksiz olsun hayatlar, ister sessiz... Savaş kalır mı?