VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

#Diren

Dünyanın herhangi bir kentinde bir grup insan adalet için mücadele başlatınca, adalete inanan insanlar dünyanın dört bir yanından bu mücadele ile dayanışmaya katılırlar. Binlerce kilometre uzaktan birbirine uzanan insan köprüleri o denli güçlüdür ki, karşılarında ne devletler direnebilir, ne de iktidar sahipleri.

Sol hareketler, geçen yüzyılın ortalarına değin, uzun dalga radyo frekanslarıyla Küba’dan Kahire’ye, Kongo’dan Vietnam’a ulaşıyordu. Bugün ise, dayanışma, Facebook veya Twitter gibi mecralar üzerinden sağlanıyor ve haberler, sayısız blog ve siteler aracılığıyla, yıldırım hızıyla yayılıyor. Bu iletişim gücünün karşısında ne polisin gazı bir işe yarar, ne de kiralık adamların sopaları.

Bu hareketlerin milleti, milliyeti olmaz. Davalar ansızın unutulur ve kitleler çılgın gibi, tek bir hedefe odaklanırlar, o hedef doğrultusunda yığınlara dönüşürler. İnsanların adalet isteği ve bir şeyler yapma arzusu, ülkeden ülkeye, şehirden şehre, mahalleden mahalleye, köyden köye yayılır. Psikoloji, buna işaret ediyor. Yıllardan yerinden kıpırdamayan adam ansızın sıçrar, kendini sokağa atar, ve kitlenin bir parçası oluverir.

İnsanlar imrenmeye başlarlar, mücadele edenlere. Hatta, polisin tazyikli suyuna maruz kalanlara. Hatta, bu mücadele esnasında düşenlere imrenirler. “Keşke” derler, “keşke biz de orada olsaydık.” Tam da bu ‘orada olma’ isteğiyle kurulur ilişki, ve insan kendini o büyük harekete bağlar. Kendi sorununu da bu büyük hareketle ilişkilendirir. Hareket, böylece, bulaşıcı bir hal alır, sağa sola bulaşır. Evet, ‘sağ’a ve ‘sol’a…

Bugün Taksim’de mücadele edenlerden kim bilir kaçı büyük bir imrenmeyle izlemiştir Tahrir mücadelesini. Ve bugün, Beyrut’ta veya Yerevan’da, kim bilir kaç kişi aynı imrenme duygusuyla Gezi direnişini izliyor... Adaletsizlik, son tahlilde, bizim ülkelerimizde her yerde. Bu adaletsizliğe karşı mücadele insanları birbirine bağlıyor, hepsinden bir birlik oluşturuyor: Adalet için direnenler birliği.

Şüphesiz, adalet için bu hareketi oluşturanlar, hareketin ilk kurbanları da olurlar. Adil olmayanlar kapıverirler adalet savaşını, ve kendilerini adaletin bayraktarları olarak sunarlar. Arap Baharı, aşırıların güçlü baskısı altında devinimini yitirdiğinde de aynısı yaşanmadı mı? Uzağa gitmeye gerek yok; Taksim’de iktidara karşı mücadele edenlerin büyük çoğunluğu, tam da bu iktidarın destekçileri değil mi? Bunlar, esas mücadeleyi yürütenleri çiğneyip yuttular ve bir köşeye attılar.

Mücadele edenlerin davası her zaman ellerinden alınır, ama mücadele devam eder. Yerevan’da 1988’de Opera Meydanı’nda mücadele edenler, aynı meydanda bugüne, 2013’e kadar mücadele etmediler mi? 1988’de talep edilen, adaletti; bugün de öyle. 1988’de “Savaş, savaş, sonuna kadar savaş!” diye haykırıyorlardı; bugün de öyle. Halen adalet için savaşıyorlar.

İşte bu insani damardır ki, rahat vermez, sokağa inmeye, yağmurun, karın, gazın, mermilerin üstüne gitmeye, protestosunu dillendirmeye, haykırmaya, mücadeleye katılmaya zorlar insanı. Bu ruhla Yerevan’da dört kişi, üç dilde yazılı bir pankartla, Gezi’yle dayanışma mesajı veriyor. Üstelik, anti-milliyetçi olmakla lanetleniyor, gereksiz yere gürültü çıkarmak ya da uzağı görmemekle eleştiriliyor. Fakat aslında bir mücadele köprüsü oluşturuyorlar, ve b#öylece Gezi’deki ‘virüs’ Yerevan’a ‘(b)ulaşıyor’.

Adalet için mücadele tekil olamaz. Bir süreç veya bir ideoloji, bir dünya görüşü olarak enternasyonalizm, adalet için mücadele isteğini en derin uçurumların dibinde saklamıştır. Eğer birileri gelecekte daha iyi bir dünyanın oluşacağına inanıyorsa, bunu sağlayacak olan, insanlığın bu özelliğidir.

Etiketler

Diren sol hareket