ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Umut ve yenilgiden öğrenmek

 
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Yarın her ne yaşanırsa yaşansın, hükümet isterse Gezi Parkı'nı dümdüz etsin, isterse içindeki insanları teker teker zincire vursun, son üç haftada yaşananlar, bu toprakların insanlarından hiçbir zaman ümit kesmememiz gerektiğini gösterdi bize. Bu, üzerine titrememiz, koruyup daha da yeşertmemiz gereken çok değerli bir armağan. 
 
Gezi Parkı’nda toplanan bütün grupların siyasi görüşünü paylaşmıyorum. İrili ufaklı bir sürü konuda pek çoğuyla tartışacağıma, bazılarıyla ise hiçbir zeminde uzlaşamayacağıma şüphem yok. Özellikle ulusalcı, milliyetçi gruplarla bırakın birlikte hareket etmeyi, onları siyasi hasım sayarım. Ancak, bütün bunlar, Gezi’nin verdiği mesajın su kadar aziz olduğunu düşünmeme engel değil. Çünkü oraya hâkim olan, darbeciliği kesin bir dille dışlayan, demokratik siyasetten başka bir çözüme inanmayan bir tavırdı. Çokça büyütülen “eylemci şiddeti”nin ise, bazı istisnalar dışında, polis şiddetine karşı insanların kendilerini savunmasından başka bir şey olmadığını iyi biliyorum. 
 
Gezi’nin gençleri, ortak bir ideoloji etrafında birleşmeden de siyasi tavır alınabileceğini, diğerkâmlığın yüce bir değer olduğunu, bu ülkeyi sevmenin bin bir farklı yolu olduğunu ve muhalefetin illa sıkıcı olması gerekmediğini gösterdiler bize. 
 
Taksim dışındaki muhalif gösterilerin Gezi’den çok daha farklı bir tonda seyrettiğini söyleyenler  kendileri açısından haklı olabilirler; ancak Türkiye’nin onlarca yıldır çözemediği sorunlarının ve kutuplaşmış halinin sonucu olan bu durumu Gezi’dekilerin sırtına yüklemek asla doğru olmaz.
 
Bu hareket, tüm Türkiye'ye, halkın kalabalık olmaktan gelen bir gücü olduğunu, bu gücün, dağları yerinden oynatmaya muktedir olduğunu gösterdi.
 
Bu eylemlerle, halkın bir kesimi, AK Parti uygulamalarına karşı tepkilerini ilk kez, o karikatürize laiklik-şeriat ikiliği dışında gösterdi; hayat tarzı temelli eleştirel bir siyasi karşı duruş sergiledi. Üstelik bunu, yaratıcı bir ruhla, günümüz dünyasının açık toplumlarına has değerler etrafında yaptı.
 
İktidar başından beri eylemin ruhun anlayamadı. Meseleyi uluslararası komplolarla, hükümeti devirme girişimleriyle ilişkilendirerek krizin derinleşmesine davetiye çıkardı. Eylemcilere kulak vereceği yerde onları aşağıladı, hor gördü. Başbakan her konuşmasıyla bazı grup ve kişileri hedef gösterdi.
 
Bu eylemler, Başbakan’ın uzun süredir uyguladığı ve benim “karpuz siyaseti” diye andığım siyasetin iflas ettiğini gösterdi. Erdoğan, özellikle kürtaj, alkol, tv dizileri gibi konularda, ülkeyi karpuz gibi tam ortasından bölecek çıkışlar yapıyor ve muhafazakâr-ataerkil sosyolojik grupların öyle veya böyle kendi safları ardında toplanacağına dair bilinç ve güvenle, siyaseten kendisine puan kazandırdığını düşündüğü gerginlikleri körüklemekten kaçınmıyordu. Ancak bu siyasetin pek çok önemli riski vardı. Belki AK Parti’ye anketlerde ve nihayetinde sandıkta puan kazandırıyordu ama toplumda zaten var olan kutuplaşmayı derinleştiriyor, farklı kesimler arasındaki güvensizliği artırıyor, yani neticede ülkede huzursuzluğu derinleştiriyordu.
 
Temel dinamiğini gençlerden alan bir muhalif patlama, Erdoğan’a ve AK Parti’ye, “Hayatım üzerinde oyun oynamaktan vazgeç, ben istediğim gibi yaşamak istiyorum!” mesajını çok güçlü bir şekilde verdi. Ortada bir gerçek var ki, AK Parti ilk kez yenildi. Yenilgiler öğreticidir. Bu yenilgiden öğrenmek de iktidarın yararına, çünkü işleri daha fazla ellerine yüzlerine bulaştırırlarsa, devasa oy desteklerine rağmen ülkeyi yönetemez hale gelebilirler. Böylece iktidar, en güçlü olduğunu sandığı dönemde sonun başlangıcına doğru hızla yuvarlanabilir. 
 
Kürt sorununda şiddetsizlik dönemine doğru gidiş, siyasetin ve sosyolojinin normalleşmesi için bir imkân sağlıyordu. Yeni dönemde belki de ilk kez gerçek siyaseti konuşmaya başlayacaktık. Ancak Gezi hareketi, ülkede tek sorunun Kürt meselesi olmadığını, laik ve muhafazakâr cenahlar arasındaki kesik damarların da muhakkak tamir edilmesi gerektiğini gösterdi. 
 
Sancılı ama pek çoğumuz için son derece umutlu bir dönemden geçiyoruz. Sancılardan kazasız belasız sıyrılmanın yolu ise, tüm aktörlerin birbirini gerçekten dinlediği bir sağduyu siyasetinden geçiyor. Gençler ilk umut kıvılcımını yaktı; acaba büyükler onlar kadar olgun olabilecek mi?