OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Erdoğan’ı yemek

Gezi protestolarıyla başlayan süreç, Başbakan’ı ‘yedirip yedirmeme’ meselesine dönüştürüldü. İşi buna çevirebilirseniz mücadele etmesi daha kolay tabii. Erdoğan’ın başına Menderes ile Özal’ın başına gelenlerin getirilmeye çalışıldığına herkesi inandırabilirseniz, zaten birçok eleştiriyi savuşturabilirsiniz. 
Şu ‘yeme’ meselesini sorular sorarak anlamaya çalışalım. Bir, Erdoğan’ı yemek ne demektir? İki, Erdoğan’ı kim yiyecek? Yemekten kasıt, Erdoğan’ı siyaset dışı ve/veya yasadışı yollardan bertaraf etmek olsa gerek.
 
Yoksa, Erdoğan’ın veya başka bir liderin siyasetin mekanizmaları içinde safdışı kalmasına kim itiraz edebilir? Erdoğan’ı yemek, mesela, Menderes gibi askeri darbe sonucu idam etmek veya Özal gibi şaibeli bir şekilde öldürmek, diyelim ki zehirlemektir onlara göre. Birinci durumda bunu yapacak olan ülkenin silahlı kuvvetleri, ikinci durumda ise devlet içinde uzantıları olması kaçınılmaz bazı ‘karanlık güçler’dir. Şimdi üçüncü sorumuzu soralım: Gezi Parkı protestoları sebebiyle toplanan kitlelerin, Erdoğan’ı yemesi mümkün ve muhtemel bu aktörlerle ilgisi olabilir mi?
 
İkinci durumdan, yani suikast olasılığından başlayalım. Bu tür karanlık güçler ile bu kitle arasında bir ilişki olması hiç akla yatkın değil, çünkü öyle bir suikasta niyetleneceklerin böyle sokak gösterilerine ihtiyacı yoktur. Bilakis, böyle bir ortam herkesi daha ‘uyanık’ hale getireceğinden, amaçlarına hizmet etmez. Özal ‘zehirlenirken’ sokak gösterileri mi vardı? Daha fazla ima edilen, darbe yoluyla Erdoğan’ı yeme seçeneğine gelince; hiç şüphesiz, sokaklara dökülen kitleler içinde Erdoğan’ı ‘bir kaşık suda boğmak’ isteyen, nasıl olursa olsun, iktidardan geri dönmemek üzere uzaklaştırılmasını arzulayan kişiler vardır.
 
Fakat, en az onlar kadar, belki onlardan da fazla, herhangi bir askeri darbe teşebbüsüne karşı koyacak insanlar da var o kitlenin içinde. Ben de, Başbakan’ın akıl almayacak, vahim ve kabul edilemez sözler ve eylemler içinde olduğunu düşünüyorum ve yazıyorum; ama mesele Başbakan’ı darbe yoluyla devirmekse – ki değil, merak buyurmasınlar, ben de Erdoğan’ı yedirmem, ne de seçilmiş herhangi bir başbakanı. Özgür ve adil seçimlerle iş başına gelmiş en kötü başbakan bile asker müdahalesinden iyidir. Dolayısıyla, Başbakan’ı eleştiren, sokaklara dökülmüş, tencere tava çalan, “Tayyip istifa” diye bağıran herkesi darbe isteyen kişiler olarak nitelemek, hedef saptırmadır. Bir başbakanı ve hükümeti istifaya çağırmak, demokrasilerde son derece olağan bir beyandır. İnsan bunu söyledi diye darbeci olmaz. Velhasıl, bu kalabalığın Erdoğan’ı yukarıda tarif ettiğimiz biçimlerde yeme gibi bir potansiyeli yok. 
 
Kimilerine göre de, kitle masum ama çevresi kötü, içindeki provokatörlere kanarak ‘darbeye zemin’ hazırlıyor. Gerek bu tür iddiaları tartışırken, gerek olayı anlamaya çalışırken bir şeyi hiç ama hiç unutmayacağız ki, o da olayların nasıl başladığıdır. Olayları bu raddeye getirenin, Başbakan’ın köprü, alkol, kışla gibi meselelerde takındığı nobran, hoyrat, ayrıştırıcı, ötekileştirici tavrı ve polisin vahşi saldırısı olduğunu artık herkes biliyor. En başında iki sağduyulu cümle ve kararla ‘tatlıya bağlanacak’ mesele, bunlar yüzünden bu noktalara geldi. Demek ki, amaç darbeye zemin hazırlamaksa, komplonun içinde Başbakan’ın kendisi ve polis de var ya da provokatörler onları da kandırdı! 
 
Süreçte herkesin sorumlu ve şiddetten uzak davranması gerektiğine dair kimsenin itiraz edemeyeceği laflar sıkça tekrarlanıyor. Tabii ki öyle, ama bir yerde iktidar yetkisini elinde tutanlarla diğerleri arasında sorumluluk eşitlemesi yapılamaz. İlk önce yönetme erkine sahip olanlar doğru hareket edecek, sonra diğerlerine sıra gelecek. Yönetenler yanlış yaptığı, üstelik yanlışta ısrar ettiği zaman işlerin doğru gitmesi mümkün değil. Bunu, geçenlerde bir AKP yetkilisinden (sanırım Mehmet Ali Şahin idi) duyduğum bir metaforu kullanarak açıklayayım. Gezi olaylarında (ve aslında her zaman) Başbakan’ın ve hükümetin söz ve eylemleri gömleğin ilk düğmesidir; o yanlış iliklenirse, diğer düğmeleri nasıl iliklersen ilikle, gömlek düz durmaz. Peki, Başbakan ve hükümet başa dönüp hatalarını düzeltmeye mi çalışıyor? Hayır, tam tersine, yangına körükle gitmeye, halkın karşısına halkı çıkarmaya devam ediyor.
 
Maksat darbeye zemin hazırlamaksa, hükümet ve AKP bunun öncülüğünü kimseye bırakmıyor. 1980 darbesinin en büyük gerekçesi/bahanesi neydi? Toplumsal çatışma. Peki, AKP, Gezi protestolarında toplanan kitleye karşılık Başbakan’ı binlerce kişiye karşılatarak, onların ağzına ‘ezme’li sloganları vererek, dev mitingler düzenleme kararı alarak ne yapmış oluyor? Toplumsal uzlaşmaya hizmet değil herhalde. Hani meydanlar mühim değildi, iş sandıkta biterdi? Öyleyse neden kitlenizi meydanda toplama ihtiyacı hissettiniz? Seçimlerde %50 oy almış bir partinin arkasında halk desteği olduğunu ispat için böyle gösterilere ihtiyacı var mı? Böyle bir ihtiyaç hissedilmişse bunu nasıl yorumlamak gerekir? Hırs mı? İntikam mı? Telaş mı? Hangisi olursa olsun, yönetici konumunda olanlar için iyi duygular değil bunlar.