BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Havadaaan sudan

Babam sağken, ülkede birtakım isyan ettiren karışıklıklar olduğunda (ki bu seferki gibisini hiç yaşamamıştık) ikide bir “Aman kızım, sen sakın böyle şeyler yazmayasın” derdi bana. “Peki, bunca sorun varken ben neden bahsedeceğim?” sorumu da “Havadaaan, sudan” diye cevaplardı. Devamı da malum, “Nene lazııım, boşuna iş alırsın başına. Bu memlekette çok konuşanı yaşatmazlar.”
 
Benim dedem Çanakkale gazisiydi, babam da dört yıl askerlik yapmak zorunda kalan o malum sınıftan. Annemse bir kılıç artığının çocuğuydu. Susmaya programlanmışlardı. Susmaya programlanarak büyütüldük. Ama bizden bir ‘68 Kuşağı’ çıktı. Göre göre, yaşaya yaşaya öğrendik. İstesek de istemesek de, kendi kendimize, sus(a)mamaya şartlandık. Bizim çocuklarımız hiç susamıyor. Onlar tepelerine vurula vurula öğrendiler. Savrula savrula, zehirlene zehirlene...
 
Haydi, havadan sudan konuşalım. Hava; zehirli. Su; ilaçlı. Kimyasal değil, ilaç (!) “Neden sırf su değil? Ya da ‘ilaç’ deyince kimyasal olmuyor mu?” diye soramazsın. Sigarayı yasakladığı için “Sizi hava kirliliğinden kurtardım” diyen Başbakan, etrafa zehir saçtırdı. Ah babacım, Babalar Günü’nde mezarına bile gelemedim bak. Nefes bile alınamıyordu İstanbul’da. Tüm alerjilerim depreşti, gözlerim yanıyor, öksürüyorum, perişanım. Ah, mezarlarınıza bile süzülmüştür o gazlar.
 
Yurtdışında yaşayan bir dostum da yıllar önce “Sen ‘çiçek, böcek, kuş, kelebek’ yaz, ne olur” demişti. Çiçekler soldu, böcekler öldü kardeşim. Bizim buralar kuş kaynardı, esnaf besler onları, sabahtan beri tek bir güvercin yok. Biber gazına kuş mu dayanır? Zaten bir dolu da hayvan öldü. Ne uğruna? İnat! “Boşaldı, boşaldı. Boşalmadığı takdirde, artık bu ülkenin güven(siz)lik güçleri boşalttırmayı bilir” dedikten sonra “Bedeli ne olursa olsun!” diye bağırdı ya Başbakan, işte bedel, bu bedel. Ki sonuçları, bilumum kanser türleri olarak geri dönse de, esas ağır bedel sonra gelecek.
“Mesele Gezi Parkı değil, daha anlamadınız mı?” dedi diye, bir sanatçı, teröre yataklık yapan sanatçı bozuntusu oldu.
 
Gezi Parkı da bir gecede ‘hayalet park’ haline geldi. (Vah vah, ne diye çıkıp yaylada çadır kurmamışlardı ki?) Neden birkaç gün daha sabredemedi? Çünkü ertesi günkü mitingde toplanan o malum %50’ye bir zafer ilan etmeliydi. Ya “Seçimlerde gücünü koyarsın ortaya, indirebiliyorsan indirirsin” lafından sonra “Niye böyle değil de, öyle ‘abidik gubidik’ numaralara giriyorsun?” demesine ne demeli? Güldüm valla, bu ağlanacak halde bile. Rahmetli Öztürk Serengil’in kemikleri sızlamıştır. Nereden bilecekti, vaktinde öylesine uyduruverdiği bu anlamsız sözün, bir 
Başbakan’ın diline dolanacağını?
 
Gelelim yalanlara. İnsanı en çok çileden çıkaran onlar oluyor. Yahu bu ne ‘marjinal grup’tu da bitmek bilmedi. Bütün o direnişe destek veren aileler, pencerelerinden tava tencere çalarak “Buradayız” demeye çalışanlar, çocuklarını merak edip oraya koşan analar babalar, yaralılara el uzatanlar, yeminli hekimler, hepsi, hepsi marjinal grup muydu? Ülkenin dört bir yanında bunca terörist mi vardı? Bir halk bu kadar aptal yerine konmayı kabul eder mi?
Pazar günü “Hiçbir trafik sorunu yaşanmadı, İstanbul’da tek bir kapalı yol bile yok” dediler. Yaşanmadı mı? LYS sınavına giren öğrenciler perişan olmadılar mı? “Polisin bu kadar sağduyulu davrandığını şimdiye kadar gördünüz mü?” dediler. Görmediniz mi? Hayret! Oysa Alman Hastanesi’ne TOMA’yla dalmak son derece sağduyulu bir hareketti.
 
Biliyor musunuz, adı Toma olan bir arkadaşım, adını değiştirmeye karar verdi. Ay, bu nereden girdi yine araya?
En ileri ülkelerde bunlara kurşun sıkarlar... Mış... Sıkmadılar mı? Peki, “Hastanelerde üç tane yaralı var, biri de benim bir komiserim” yalanına ne demeli? Bütün yaralananlar bu kadar mı yani? Bir kere, ta en başta bütün bu olanlara resmen ‘terör’ yaftası yapıştırılması yeter.
 
Bu arada Başbakan “Bana ‘sertsin’ diyorlar, ‘diktatörsün’ diyorlar. Diktatör olsam o çevrecileri samimiyetle kabul eder miydim? Orada gösteri yapılmasına izin verir miydim?” diyor. Haklı. Çünkü ‘diktatör’ler kimseyi dinlemeyen, asla yanlış yapmayan ve eleştiri kabul etmeyen insanlarmış. O öyle mi? Kabul ediyor, dinliyor, gayet de ılımlı. Yalnız, “Kendi otellerinde, terörle işbirliği yapanların hesabı sorulacak!” ne anlama geliyor acep? Ben onu çözemedim.
 
Of, bitiremiyorum valla. Bari son olarak, beni feci endişelere salan bir yalandan söz edeyim. “Eskiden köşe yazarları korkudan düşündüklerini yazamıyorlardı, bunun önünü biz açtık.” Buyurun! Peki, o zaman niye ben bunları yazarken, korkudan içim pır pır ediyor? Valla, cevabı belli. Ülkenin asıl büyük sorunu ne, biliyor musunuz? Tek söz: Gü-ven-siz-lik!
 
Bir de uyarı: Sakın durup dururken öööylece durmayasınız! Duranları da götürüyorlar!