HERKÜL MİLLAS

Herkül Millas

ALGI(LA)MAK

Eyvah, referandum! Yok, plebisit!

 

Taksim Meydanı’nda olaylar çıkmaza doğru seyredince ve anlaşmazlık ve inatlaşma çözümsüzlüğü doğurunca, “Referandum yapar, halka sorar, çoğunluk ne derse yapar, böylece anlaşamadığımız bir konuyu demokratik bir biçimde hallederiz” görüşü egemen olur gibi oldu. Bir gün sonra “Referandum değil, plebisit veya kamuoyu yoklaması olacak” dendi. Bu yazıyı bu ortamda ve bu aşamada yazdım. Yayımlanana kadar ne olur bilemem. Dilerim böyle bir ‘çözüm’ ve hele böyle ‘referandumlu yönetim biçimi’ destek bulmaz, uygulanmaz ve çözüm yolu olarak toplum içinde yerleşmez. Çünkü bu yol hiç de ‘demokratik’ değil. Anlatmaya çalışayım.

Demokrasi, çoğunluğun egemen olduğu yönetimdir. Eski Yunan’da ilk çıktığında ve çok sonraları yeni bir biçimiyle, yani parlamentolar aracılığıyla uygulandığında çok ileri, hakkaniyetli ve güzel bir sistem sayılmıştı. Başarılı sayılmıştır, çünkü bu sistemin öncesinde çoğunluğun dediği değil, ‘birileri’nin istediği olurdu. Kimdi bu birileri? Krallar, imparatorlar, diktatörler, iktidarı ele geçiren klikler, aileler, soylar veya sınıflar. Kısacası, çoğunluk değil, azınlıkta olan birileri toplumu yönetir ve istediklerini yaptırırdı. Günümüzde de diktatörler, otoriter rejimler, vesayet sistemleri var. Bu tür antidemokratik rejimler var olduğunda çoğunluk doğal olarak ezilir ve haksızlığa uğrar. Toplumlar bu şartlarda yaşadığında demokrasiyi özler, ister ve arar. İnsanlar “Yeter artık!” der, “birileri veya bir azınlık grubu çoğunluğun adına karar vermesin” diye ayağa kalkar. Bu şartlarda demokrasi ileri, güzel ve istenen bir sistemdir. Demokrasiden yana mücadele bu anlamda istenen bir şeydir.

Tabii, bir de ‘aydın despot’ yönetimi vardır: bir diktatör veya ‘birileri’ halkın yararına bir rejim kurar, ‘sandıkta’ halkın onayını almadan. Buna Türkiye’de ‘halka rağmen halk için’ denmişti. Kimi zaman “Halk olgun değil”, kimi zaman “İlerici bir sınıf tarihi bir misyon üstlenmiştir” denmiştir. Ne dendiği ikincildir. Bu rejim de antidemokratiktir, mazereti ve bahanesi de bu durumu değiştirmez. Böyle bir rejim yararlı da olabilir, sempatik de, hakkaniyetli de. Ama bütün bu özellikler onu demokratik kılmaz, çünkü nihayetinde halka karşı saygısızdır. Böyle rejimlerin hayranları da vardır. Ama aslında gelmiş geçmiş her türlü rejimin hayranları olmuştur. Hitler’in bile hayranları olmuştur; hatta bugün de vardır. Hayranların olması bir rejimin özünü belirlemez. Demokrasi ancak çoğunluk egemen olunca sağlanır.

Ama demokrasi sağlandığında tarih bitmiyor! Toplumda yeni talepler doğuyor. Çoğunluk kararlarını ve isteklerini dile getirip uygulatırken azınlıklar ne olacak? Ezilme, dışlanma, görmezlikten gelinme, acı çekme, aşağılanma sırası azınlıklara mı gelecek? Çoğunluğa karşı azınlıklar ve hele teker teker her birey nasıl korunacak? Günümüzde bu sorunun cevabı ‘sistem’ olarak halledilmiş değil. Halledilir mi, o da belli değil. Çoğunlukta olanlar aynı zamanda güçlüdürler. Azınlıkta olanlar –demokratik bir düzende– güçsüzdürler. Bu güç dengeleri her toplumda insan iradesinin dışında hep var olurlar. Azınlıkta olanların güçlü olmak için diktatörlüklerini kurmaları gerekir. O zaman da çoğunluğun hakkı yenir. Bu durum bir açmazlar kısır döngüsü oluşturur. “Azınlığa karşı saygılıyız ama çoğunluğun hakkını da onlara yedirmeyiz” türünde bir cümle, bu açmazı ifade eder gibidir.

Azınlıkta kalanların haklarına nasıl saygı duyulacağı ve hukuklarının nasıl sağlanacağı teknik olarak kısmen anayasalarla sağlanmaya çalışılmıştır. Ama anayasalar da sonunda çoğunluğun kararıyla kendi çıkarlarına uygun biçimde, zor da olsa değiştirilebiliyor. ‘İnsan hakları’ kavramı görece yenidir ve bu alanda önemli ve yararlı bir ilkedir: Çoğunluk ve azınlık lafı edilmeden ve güçler dengeleri dışında bazı haklar ‘esirgenemezler’ listesine konur. Bir adım daha atılarak bu ‘insan hakları’nın uluslararası alanda korunmasına, gözetilmesine, hatta dayatılmasına da çalışılır. İnsan hakları uygulaması ‘demokrasi’ alanında varılmış en ileri aşamadır: Hem çoğunluğu keyfi baskılara karşı korur, hem de çoğunluğun, gücünü kullanarak azınlığı (ve azınlıkları, bireyleri vb.) ezmemesine çalışır.

Günümüzde referandumun/plebisitin anlamı nedir? “Çoğunluk ne derse o olsun” sloganı kulağa hoş geliyor ama böyle bir anlayış pratikte bir yönetim yöntemine dönüşürse çoğunluğun azınlığı ezmesine neden olabilir. Temel insan haklarının ihlal edildiği ülkelerde, tam da bu “Çoğunluk öyle istiyor” anlayışıdır ihlalleri meşru kılan. Çoğunluğa saygı iddiası ile hoşgörüsüz, güçlünün azınlığı ezdiği veya en azından hor gördüğü bir toplum inşa edilebilir. Referandumlara dayandırılmış bir yönetim sistemi demokratiktir ama bu eski usul bir demokrasidir. Böyle uygulamalar çoğunluğun azınlıkları hep ezeceği bir sistem yaratabilir. Yarın Anadolu’nun bir kentinde “Şehrimizde içki içilsin mi?” diye, Atina’da “cami yapılsın mı?” diye plebisit yapılsa ne olur?

Gezi olaylarıyla ortaya çıkan sorun rejim sorunu değildir. Hükümet meşrudur ve kararları yasalara uygundur. Kimin çoğunluk olduğu, kimin azınlıkta kaldığı da bellidir. Azınlığın çoğunluğu ezmesi de ne istenmektedir, ne de buna izin verilmelidir. Sorun, çoğunluk adına işleri yürütenlerin çalışma biçimidir, stilidir. “Sandıktan biz çıktık, dört yıl istediğimizi yaparız” anlayışıdır sorun. Buna bir de ahlaki ve estetik boyutu eklemek gerek; “Ben beğendim, yaparım; ben beğenmedim, yasaklarım” anlayışı da sorundur. Plebisit, bu anlayışın farklı bir uygulamasına dönüşebilir. Dayatma, uzlaşmanın yerini alabilir, demokrasi kisvesi altında.