KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Gökte ararken yerde bulunan

 

 

Ben bu satırları yazarken dövüle dövüle komaya sokulan on dokuz yaşındaki Ali İsmail Korkmaz’ın ölüm haberi geldi. Söz yine dünyanın en anlamsız, en boş şeyi oldu.

Bunca güzellik ve bunca kötülük eşzamanlı yaşandıkça, sinir tellerin gevşiyor. Acıdan güler, mutluluktan ağlar oluyorsun. En çok da kalakalıyorsun. Ölenler için düzenlenen anmalara, cenaze törenlerine yapılan polis saldırısını görüyorsun. Yine gaz, yine tazyikli su, yine cop. Acıdan öfkeye ışınlanıyor insanlar.

Kimsenin askeri olmak istemeyenlerin mizahlı sloganları infial çığlıklarıyla bölünüyor. Ortasından yarılıyor hayat her gün, her an. Yaşadın mı maruz mu kaldın, bilemez oluyorsun.

Bütün kimlik kapanlarından bağımsız, açık hava tekkesine dönen parkta, cadde boyu serili iftar sofrasında buluşabilenlerin büyüsünü, dışarıdaki kötülük bozuyor her seferinde. Dışarıdaki kötülük , o parkla simgeleşen dayanışmalı duruşu hedef alırken hep o bildik reflekslere başvuruyor. İliğinden biliyorsun.

Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Sanat Bölüm Başkanı Prof. Ahmet Atan 'Yahudi, Ermeni ve Rum'sanız Gezi eylemlerinde aktif rol almanızı anlayışla karşılıyorum. Lütfen soyunuzu araştırın' mesajını atarken aslında o yüzyıllık devlet alışkanlığına başvuruyordu. 17. Akdeniz Olimpiyat Oyunları'nın açılış töreninde Türk bayrağını taşıyan güreşçi Rıza Kayaalp de Gezi Parkı direnişi için Twitter'dan 'Ermenilere bıraktınız meydanı, Allah belanızı versin eylemci çapulcuları. Ermenistan halkı kutlama yapıyormuş, Taksim'i işgal ettik, Türkiye'ye rahatça hakaret edebiliyoruz diye” buyurduğunda, azmedilmiş cehaletin, kuşanılmış önyargıların cisimleşmiş haline dönüşüyordu.

Derken Gbizzat Başbakan Erdoğan tarafından en çok polemik konusu yapılan Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’ndeki bira ve sigara içme olayına yeni iftira boyutları ekleniverdi. Polisin sürek avı, yoğun gaz ve tazyikli su sonrası yaralananlara kapılarını açana camii, can havliyle sığınanlar için revire dönmüş, gönüllü doktorlar gece boyu yardım için çırpınmıştı. Hal buyken camiye gelenlerin içki alemi yaptıkları ithamları, müezzinin defalarca aksi yöndeki beyanlarına rağmen ısrarla dillendirildi. Başbakan’dan ilk hedef işaretini alanlar, hedef tahtasını çeşitlendirmekte gecikmedi. Batı Trakyalı gazeteci Süleyman Sefer, Yeni Akit’e o geceyi anlatırken şöyle diyecekti: “Camide Türk’e ve Müslüman’a benzemeyen eylemciler vardı. Bunlar Rumca, Ermenice ve Almanca konuşuyorlardı. Her yer bira şişeleri ile doluydu. Kamera kayıtlarında görünmesin diye su şişelerinin içine votka, şarap ve viski koydular. Bunu koklayarak fark ettim. Öyle şeyler yaptılar ki, ‘Bunları Müslüman yapar mı’ dersiniz.”

İç mihrak Ermeni’yi gökte ararken yerde bulduk, iyi mi!Anadolu’da kiliseleri, okulları yıkılan, doğduğu yerlerde varlığının bütün izleri silinen Ermeni, meğer direnişçi olmuş, yanına her çeşidinden içkisini de almış, camiye girmiş alem yapıyor!

Oysa bir bakın şu sayımızdaki sayfalara… Muş’ta tarihi Ermeni evlerinin yıkılıp yerine TOKİ projesi yükseleceği haberine, şehrin Belediye Başkanı Necmettin Dede’nin “Kilise tescilli deniyor ama tescil edilecek ne kalmış? Keşke tarihi bir eser olsa da biz iftiharla oraya gitsek” ifadelerine. Meğerse Muş, 1917’de Ruslar’ın işgaline uğradığında Ruslardan kalan silahları alıp Türklerle savaşları olmuş Ermenilerin. Sonra da bir anda yok olmuşlar yeniden. “Siz bana kanıt gösterin. Ermenilerden tapusu olan varsa, bugüne kadar tapuyu gösteren bir adam var mı?” diye sorabilmiş aynı resmi inkâr refleksli belediye başkanı.

Tapuyu gösteremedi o Ermeniler çünkü değil evleri, mezarları bile olmadı. Geçtiğimiz günlerde Sivas Zara’ya yapılan gezide bir dua için uğradıkları mezarda yaşadıkları dehşeti anlatan Zakarya Mildanoğlu’na kulak verelim bir de: “Mezarlık, Ermeni mahallesinin üst yamacında, Zara’ya hâkim bir noktada. Kepçeler tepeye doğru yeni bir yol açmış. Oraya vardığımızda, mezarlığın alt kısmında korkunç bir görüntüyle karşılaştık. Kepçeler mezarlığın büyük kısmını tarumar etmişti ve ortalık kol, bacak, kafatası kemikleri kaynıyordu. Donup kaldık.”

Böyle aktı işte bu hafta hayat. Şimdi siz ne dersiniz?