BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Bir şeyler dönüyor ama ne?

 

Gezi Parkı olayları sonrasında, tabii, halka açıldıktan sonra, gidip şöyle bir dolaştınız mı? Tabii, kimi “evet” dedi, kimi “hayır”... Bense daha yeni toplayabildim cesaretimi ve geçen gün bir tur attım içinde. En çok da yapılan yeni düzenlemeleri, dikilen ağaçları, çiçekleri falan merak ediyordum. Eh, yapılmış bir şeyler. Var birkaç yeni ağaç. Çıkan haberlere bakarsan, rivayet muhtelif; ya 25, ya 80, ya da 100 ağaç. Ben pek seçemedim. Bol bol çim ekilmiş geometrik alanlara ve de kimine göre 50 bin, kimine göre 150 bin aynı model, kırmızı çiçekler. Bilirim onları, kişiliksiz ama dayanıklı çiçeklerdir.

Gelelim güllere... Bir göbek tarhına tıkış tıkış dikilmiş bir dolu gül var. 5 bin adet olduğu söyleniyor. Olabilir, sayacak değildim. Ama yakında pek bir şey kalmayacak bence, çünkü zaten süklüm püklüm olmuşlar bile. Demek istediğim o ki, biraz ‘dostlar alışverişte görsün’ durumu var. Ha, bir de yeni banklar konmuş oraya buraya.

Neredeyse iki banktan birinde, boylu boyunca uzanmış uyuyan genç insanlar çekti önce dikkatimi. Hepsinde de iki belirgin poz söz konusu. Ya popolarını yola çevirmişler, ya da sere serpe uzanmış, bir bacaklarını bankın sırtına atıp laubali bir poz almışlar. Ki onlar kollarıyla yüzlerini kapatmışlar.

Sonra o Mete Caddesi’ne bakan tarafta, dikdörtgen çim alanlarda uyuyan insanları gördüm. On kişiye yakın bir grup, bir arada uyuyorlar. Görünüşleri bir tuhaf. Sanki büyük bir kepçeyle yukarıdan oraya boşaltılmışlar ve bırakıldıkları yerde kalmışlar. Durup resimlerini çektik. Kimse aldırmadı, zaten resmen horluyorlardı. Ama bir tuhaf...

Bir kızla bir oğlan, sarmaş dolaş, adeta iç içe geçmişler. Bacakları birbirine dolanmış. Sanki sevişirlerken ansızın uyuyakalmışlar gibi... Yüzleri kollarıyla kapanmış. Hemen onların yanı başında, saçlarına ak düşmüş, tepesi açılmış biri; yüzükoyun. “Ne işi var bunun burada?” dersin. Başı kızın kalçası hizasında, onlara dönük, bir karış uzaklıkta, yüzükoyun yatan biri daha. Bir metre ötede, yine yüzükoyun, başını kaldırım çıkıntısına dayamış, kollarını yola sarkıtmış biri daha. Sanki içip içip sızmış gibi... Ve kısa kısa mesafelerde, benzer pozlarda başkaları. Ama kimsenin yüzü ortada değil.

Gayri ihtiyari döküldü ağzımdan: “Bir şeyler dönüyor burada ama ne?” Uzaktan bakıldığında, resim şöyle: “Parkımızı geri verin” diyen o malum ‘çapulcu’ gençler, “Alın işte, geri verdik de ne oldu?” dedirtecek şekilde, hem sevimsiz, hem ahlaka mugayir, hem gelene geçene saygısızlık olacak bir tavırda, uyuşuk uyuşuk yayılmışlar.

Bir süre düşünceli düşünceli etraflarında dolandıktan sonra, birden farkına vardım ki bunlar o bizim ‘çapulcu’ gençler değil. Evet, çoğu kot pantolonlu, hatta kimi yırtık kotlu ama çoğu, beyaz ya da mavi gömlekli ve hepsinin ayağında kösele ayakkabı var. Atlamışlar işte, o çocuklar öyle kösele ayakkabı giymez. Tiyatrocu gözüm aniden açılıverdi. Oyun iyi, rol dağılımı iyi ama kostüm yanlış, sahnede istif hatası var ve olay inandırıcı değil.

Arkadaşım “Bunlar bu iş için para alıyorlar” dedi. “Yok canım, daha neler” dedi öteki, iyi niyetle. Üç kişiydik biz. Sonra “Olamaz mı yani?” diye sürdü muhabbet. Bir kere güven sarsılmaya görsün, ve de ‘Burası Türkiye, her şey olur’ kavramı yerleşmeye görsün...

Devamı şöyle geldi: “Nişantaşı ve Şişli’de bütün gün kara çarşafla gezmenin fiyatı 100 TL.” Bunu biliyordum. Çoğunuz bilirsiniz. Zaten yeni değil ki. Bir zamanlar, yani paranın sıfırlarıyla oynanmamışken, uzun manto ve bombeli türbanla gezmenin fiyatı 5 milyondu. Belli noktalar var; sabah gidiyorsun, kıyafetini veriyorlar, akşam dönüşte teslim edip paranı alıyorsun. Ne kolay iş, değil mi? Hiçbir taahhüt yok, ister her gün git, ister haftada bir-iki... Nereden mi biliyorum? Bu işi yapan birini tanımıştım, kuaförde. Topladığı paralarla araba almıştı. Ben onun yalancısıyım.

Şimdi... Madem bunlar biliniyor ya da artık kimse bu numaraları yemiyor, neden hâlâ tevessül ediliyor? Demek ki insanları ilkesizliğe, inançsızlığa, namussuzluğa, kaypaklığa iten, büyük bir sorun var ülke genelinde. Sizce ne olabilir? Bence parasızlık. Açlık sınırında yaşayan insan para için her şeyi yapar. Gerçi her insan yapar. Yalnızca miktar artar. “Asla yapamam” dediğiniz şeylere fiyat koyun. İstediğiniz kadar artırın. Milyon, milyar, trilyon... Mutlaka bir yerde kırılır gücünüz.

Öyle ki, ülkeyi fukara tutmak, en tepedekiler için akıllıcadır. Gereklidir. Zira yüksek yerler tehlikelidir, düşülebilir. Güvenliğini sağlamak pahalıdır. Bence olan bu. Ya sizce?