BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Ramazan ve bayram bilançosu

Bir Ramazan süreci ve bayram heyecanı daha geride kaldı. Ne heyecandı hem de. Bol kazalı, bol ölümlü... Suçlusu yine trafik canavarı tabii. Malum, son yıllarda artık bayram demek tatil demek oldu. Tatil denince de akla şehirden uzaklaşmak geliyor. Millet bir an önce gitmek için ne gerekirse yapıyor. İmkânı olanlar, belki de aylar öncesinden aldıkları biletlerle uçaklara doluşuyor.

Havaalanları ana baba gününe dönse de, rötarlarla mötarlarla eziyet çekilse de zarar yok, nispeten daha güvenli yolculuklar yapılıyor. Ve de İstanbul içi trafiğinde bir yerden bir yere varma süresinden daha kısa sürede, düşlenen tatil yerine gidiliyor.

Yıllar önce eşim bir kere İtalya’ya gitmişti, hiç unutmam. Havaalanından yolculadım, eve döndüm, kapıdan henüz girmiştim ki telefon çaldı. Varmıştı bile. Ben de Yeşilköy’den Şişli’ye aynı sürede varmıştım. Ta yıllar önce durum buydu. Şimdiki hal daha beter. Neyse, bu araya girdi yine.

Otobüslerle, arabalarla yollara dökülenlerin durumu ise resmen Allah’a emanet. Saatlerce yollarda sürünmek bir yana, ne kadar tedbir alınsa da, yine bir dolu kaza oluyor. Canlar yanıyor, ocaklar sönüyor. Neden? Bilinmez. Ne zaman başladı bayramların doğrudan tatile dönüşmesi, o da belli değil. Öylece oluverdi. Alıştık artık. Peki, neden bunca kaza ders olmuyor ve daha bayramın ‘b’si başlamadan, insanlar, yayı boşalmış ok gibi yollara fırlıyorlar? Ay, onun cevabı belli de, benim şimdi hiç oralara giresim yok. Diğer soruların cevabını da deşesim yok, yalnızca araba almanın bu kadar kolaylaştırılmış olması konusu bi düşünülebilir derim belki, o kadar.

Benim asıl niyetim, Ramazan ayı boyunca izlenmesi uygun görülen televizyon programlarını dilime dolamak. Dayanılmaz sıcaklar yüzünden evinden çıkamayanların yegâne eğlencesiydi bu programlar. Amanın, ne yemekler öğrendim, ne yemekler... Kimini denedim de; pek güzeldi. Ama bana göre hava hoştu. Oruçlu değilim, diyette değilim. Canımın çektiğini yapar yerim.

Bu sıcakta, iyi niyetle ve imanla oruç tutan insanlara nispet yapar gibi, bütün gün iştah açıcı yemekler göstermenin, buz gibi içeceklerin dakika başı reklamını yapmanın anlamını bilemedim. O ne hainliktir yahu... Hangi kanalı çevirsen yemek programı. Yok yöresel yemekler, yok bilmem hangi ustanın çok özel tarifleri, Osmanlı saray yemekleri, yemek pişirme yarışmaları... Sonu gelmedi valla. İnsanlar yutkuna yutkuna ülser oldular.

Neymiş efendim, iftara hazırlık. Çünkü Ramazan demek, akşama kadar aç kalıp sonra tıka basa yemek yemek demek oldu artık. Asıl anlamı kimseyi ilgilendirmiyor. Her gün sabahın köründen başlayarak akşamki iftar için sofralar dolusu yemekler pişirildi. Servis tabaklarında akşama kadar öööylece bekleyecek bütün o yemekler.

Yetmedi, her reklam arasında, Acun Ilıcalı’nın kahramanlarından, yeni reklam yıldızımız, Mevlud’un anası “heh he heeuu” diye gülerek, “ğana ğana içiiin” ‘didi’ durdu. Sinir oldum, sinir. Ya o cızır cızır cızırdayan sucuklu yumurtalara banılan ekmeklere ne demeli? Peyniri uzayan pizzalara? Çeşidi güzel dondurmalara, tatlılara? Biliyor musunuz, yapılan bir araştırmaya göre, bu yıl Ramazan ayı boyunca gıda sektörünün TV kanallarına verdiği reklam sayısında geçen yıla göre %61 artış olmuş. E bravo. Neydi bunun mantığı yani? Vatandaşa eziyet mi? Hem “Aman, iftarda sahurda ağır yemekler yemeyin” diye nasihat çek, hem bütün gün tahrik et dur.

Hele yemekler piştikten sonra, sözde tadına bakamama numaraları? Çok güldüm valla. Yarışma yapılıyor, iki takım zorlu yemekler yapıyor, değerlendirme yapacak olan şef, mesela o pufur pufur börekleri, fırından yeni çıkmış etleri bıçakla kesiyor, kameraya iyice yaklaştırıyor, sonra da “Hımm, kırmızı takımın yemeği daha iyi” diyor. Komikliğe bakın. Sunucu hanım da “Ah, çok nefis görünüyor, iftara kadar nasıl sabredeceğim bilmem” diyor. İzleyen oruçlu insanı düşünen yok.

Böyle deyince, şimdi eminim “Nefsi terbiye etmek budur işte, göreceksin, canın çekecek ama yemeyeceksin” diyenler olacak. Siz onu benim külahıma anlatın. Saygı diye bir şey var. Bizim çocukluğumuzda, Ramazan ayı süresince, oruçlu komşunun canı çeker diye, kokusu çıkan yemekler asla pişmezdi Hıristiyan evlerinde. Sokakta, hatta pencerenin önünde bir şey yenmezdi, içilmezdi.

Tevekkeli değil, yaşlı insanlar boyuna “Neeerde o eski Ramazanlar, o eski bayramlar” der dururlar. Ay, yaşlanıyor muyum ne?