ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Demokrasi pilavın üstüne konan ‘az’ kuru değildir

Mısır’daki darbe ve sonrasında yaşanan kanlı katliamlar, Türkiye’nin kutuplaşmış siyasi ortamında, tarafların miyop gözleriyle ve kendi meşreplerince değerlendirdikleri bir kahve muhabbeti halini alıyor gittikçe.

Mısır uzmanı değilim. Ne yazık ki Arapça bilmem, bu ülkeye hiç ayak basmadım; dolayısıyla kalkıp yaşananlar üzerine derin tahlillerde bulunacak, ahkâm kesecek değilim. (Benim durumumda olan onlarca ‘gazeteci’nin televizyonlarda, kadılık yaptıkları köşelerinde, yaşananları hiç nefes almadan yorumlamaları ise, Türkiye’ye özgü bir garabet şüphesiz.)

Ancak uzman olmamak, Mısır’da yaşanan darbeye darbe, katliamlara katliam, bunların faillerine ise katil dememize engel olamaz, olmamalı. Gözünüzün önünde olana adını koymamak, nihayetinde bir entelektüel çap meselesi değil, bir ahlak sorunudur. Darbeye darbe demeyene ne ahlaklı denebilir ne de demokrat. Mısır’da da olsa, Çin’de de, Maçin’de de, Türkiye’de de.

Memlekette kendini hiç çekinmeden ahlaklı ve demokrat sayacak pek çok kimse, sırf darbeyle hükümetten indirilenler Müslümanlar diye, Mısır’daki darbeye darbe diyemiyor. Bu kişiler, göstericileri terörist, sokak gösterilerini kanunsuz, devlet şiddetini ise meşru görüyor. Onlara belki pek çok sıfat bulunabilir, ancak ahlaklı ve demokrat denemez.

Ancak garip şekilde, Mısır’da olanlara darbe, katillere katil diyen, oradaki sokak gösterilerini destekleyenlerin pek çoğu da, daha iki ay önce İstanbul’un göbeğinde yaşanan Gezi direnişini bir darbe girişimi olarak yaftalamış, yaşanan devlet şiddetini meşru göstermeye çalışmış, masum insanların katledilmelerine, onlarcasının gözünü kaybetmesine türlü kulplarla sessiz kalmıştı. İşte böylelerine de belki pek çok sıfat bulunabilir, ancak ahlaklı ve demokrat denemez.

Paralellikler

Mısır’da olanlarla Türkiye’de özellikle 2002’den bu yana yaşananlar arasında elbette ki bazı paralellikler kurulabilir ve bunlar üzerine düşünmek, bazı sonuçlar çıkarmamıza da yardımcı olacaktır. Deneyelim.

İki ülkenin de güçlü bir askeri vesayet geleneği olduğu gerçeğinden hareket edersek, elimizde biri daha yavaş ve kontrollü, diğer daha süratli ve kontrolsüz iki değişim süreci olduğunu görürüz.

Türkiye’de AK Parti’nin kazandığı seçim başarılarıyla perçinlenen, darbe girişimlerini de savuşturarak ordunun ülke yönetiminde oynadığı rolü köklü bir şekilde azaltan daha tedrici bir dönüşüm yaşanırken; Mısır’da, Tahrir devriminin etkisiyle iktidara gelen İhvan’ın eski rejim yapılarıyla çok daha hızlı bir hesaplaşmaya girdiği, bunun sonucunda da, bir yıl gibi kısa bir sürede, hâlâ çok güçlü olan ordu tarafından alaşağı edildiği bir olaylar silsilesi görüldü.

Burada hemen durup, aceleci bir yapısal reform sürecini gerçekleştirmenin ceremesini çeker görünen İhvan’a karşı, yoğurdu üfleyerek yiyerek daha akıllıca bir strateji izlediğini söyleyebileceğimiz AK Parti’nin içine düştüğü ‘Ankaralılaşma’  veya ‘devletlulaşma’ zaafına dikkat çekmemiz gerek. 10 yıllık iktidarı süresince adım adım, mevzi mevzi askeri vesayeti gerileten AK Parti’nin, bütün bunları yaparken askeriye, istihbarat ve bürokrasi içinden müttefiklere ihtiyaç duyması ve bu nedenle de eski devleti kökten değiştirmekten kaçınması nedeniyle, güç ve iktidar oyunlarında kaçın kurası olan derin bürokratik gelenek, AK Parti’yi içine çekerek kendisine benzetti ve zararsızlaştırdı. Bunda şüphesiz, AK Parti’nin içindeki milliyetçi, muhafazakâr, devletçi, otoriter yönelimlerin de önemli etkisi oldu.

Gezi’nin söylediği

Meşru bir seçimle iktidara gelen İhvan’ın Mısır’da, geniş kesimleri kucaklamayı başaramayarak halk kitleleri tarafından protesto edilmesi ve Ordu’nun bu tepkiyi fırsat bilerek iktidara el koymasının da, Türkiye’de iktidarda olan AK Parti’ye söyleyeceği bir şeyler olmalı.

Oysa AK Parti, Mısır’daki darbeyi Gezi direnişiyle eşleştiren gafil bir okumanın etkisinde. Halbuki ortadaki tablo net: Siyasi dünyası darbecilikten başka bir perspektife açık olmayan birileri Gezi’nin bir darbeye zemin hazırlamasını istemiş olabilir, ancak Gezi sivil ve demokratik bir halk isyanıydı, asla darbeci değildi. Bu isyan çok açık bir şekilde gösterdi ki, AK Parti demokratik reformları gerçekleştirmez ve toplumu ortadan karpuz gibi bölen icraatlarını sürdürürse, ondan hoşnutsuz olan kesimler, sandık başarısına rağmen AK Parti iktidarını sorgulanabilir, ülkeyi de yönetilemez hale getirebilir.

AK Parti’ye kendini toparlaması açısından bundan daha açık ve demokratik bir uyarı olamazdı. Şu ana kadar pek ışık vermiş olmasa da, umalım ki bu mesaj iktidar tarafından fazla gecikmeden alınsın ve AK Parti devletleşmek, Ankaralılaşmak yerine, daha ılımlı, daha insani bir hatta girsin.

Ergenekon

AK Parti’nin askeri vesayeti geriletmesinin zafer tacı olarak görülebilecek Ergenekon davası, tam da Gezi ve Mısır gündeminin ortasında sonuçlandı. Bu davanın, Türkiye’de devletin işlediği suçlarla hesaplaşmak anlamında önemli bir hayal kırıklığıyla sonuçlandığı ortada. Ancak, bu hayal kırıklığı, her şeye rağmen, yakın geçmişte yaşanan darbe girişimlerinin mahkûm edilmesinin önemini de gölgelememeli. Dünün kudretli komutanlarının, astığı astık kestiği kestik suç örgütü yöneticilerinin, İttihatçıların bugünkü temsilcilerinin mahkûm edildiğini görmek, bu ülkede demokrasinin yeşermesini gerçekten isteyenler için önemli bir kazanım muhakkak.

Ancak ve ancak, Mısır örneği de gösteriyor ki, devr-i sabık’lar dokuz canlı. Kadim devlet mekanizmaları, yeni koşullara çok hızlı uyum sağlama ve iktidarı paylaştıklarını da kendilerine benzetme kapasitesine sahip. Ergenekon’da derin devletin sadece bir kısmıyla hesap gören AK Parti, bugün iktidarın tadını almış, devletin suçlarıyla köklü bir yüzleşmeden vazgeçmiş görünüyor. Bu kadarı, darbe ihtimali fiilen ortadan kalktığı için onlara yeterli görünüyor. Ancak, unutmamalı ki, demokrasi, pilavın üstüne konulan ‘az’ kuru değildir; demokrasinin azı olmaz.

Reformları 32 kısım tekmili birden sahneye koymayı hedeflemeyen bir AK Parti iktidarı, eninde sonunda değiştirmeye talip olduğu devletin kendisi olur çıkar. Öyle olunca da, gün gelir, toplumda demokratik olgunluk belli bir noktaya erişir; dünün ‘yeni’leri, bir bakmışsınız ‘eski’ ve hatta devr-i sabık oluvermiş.