BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Tohumun gücü

Tohumun önemini hiç düşündünüz mü, ve gücünü? Minicik bir şey, toprağa düşer, can olur, can verir. Binlercesinden biri, alır başını gider bazen, yuvarlanır yerlerde, savrulur rüzgârla, takılır kalır bir çatlağa, bekler, bekler...Azıcık toprak ve suyla can olur, can verir. Tohum, kavram olarak çok etkiler beni. Nerede yolunu kaybetmiş bir tohum ilişse gözüme, alır bir yerlere dikerim. Evim garip bitkilerle doludur. Bir bahçem olsaydı ormana dönerdi, ömrüm orada geçerdi.

Semizotunun tohumlarına hiç dikkat ettiniz mi? Tepesinde minik bir kapsül oluşur, içinde binlerce kurşuni noktacık vardır, birinden biri mutlaka yaşar. Deniz kaplumbağaları gibi. Bitkilerin yaşama azmi inanılmazdır. Bazen yediğimiz bir sebzenin, buzdolabında bile köklenmiş olduğunu fark etmeyiz bile. Onca soğuğa direniyor. Bir keresinde, öyle yaşamaya kararlı bir lahana diktim saksıya. Büyüdü, çiçeklendi, bir dolu minik lahanacık verdi. Nane, maydanoz, roka, tere gibi şeyleri saymıyorum, onlar hep olur.

Sahte süs bitkilerini sevmem, buna rağmen evimde birkaç tane vardır. Onları ‘Kınalı ah Kınalı’ oyunumuzdan hatıra diye sakladım. Birini holde pek ışık almayan bir yere, bir köşede yıllardır duran boş topraklı küçük bir saksıya diktim. Bir-iki yıl durdu orada, sonra bir gün aceleyle kapıya koşarken eteğim takıldı, devrildi ve içindeki toprak yerlere saçıldı. Soğana benzer, küçük bir şey fırladı içinden. Ne bu diye elime alınca, ucunda yemyeşil, taptaze bir filiz gördüm. Aman Tanrım! Aşağı yukarı beş yıldır o karanlık köşede, bir damla su olmadan yaşamaya çalışan bir şey vardı orada. Tabii, hemen aldım, ihtimamla bir saksıya diktim ve suladım. Keyifle büyüdü, serpildi, bir süre sonra da çiçek açtı. Pembe bir sümbül oldu. Nasıl?

Bir örnek daha vereceğim. Benim bir dolabım var, içinde saksılar, altlıklar, toprak dolu torbalar falan vardır. Lazım oldukça kullanırım. Geçen yıl bir bitkimin saksısını değiştiriyordum, açtım ağzı sıkı sıkı bağlı toprak torbasını, daldırdım elimi içine (hiç tiksinmem topraktan),garip bir şey dolandı parmaklarıma. Dikkatle çıkarıp baktım ki başı sonu belli değil, soluk, renksiz, bir takım kökler, üzerlerinde de birkaç renksiz yaprak. Yine aynı heyecan. Yaşamaya çalışan bir şey. Toprak nemli, iyi kötü beslenmiş ama ışık yok, fotosentez yok, yeşil değil bej. Tahmin edildiği gibi hemen diktim ve güneşe koydum. O bejlikler yavaş yavaş yeşile döndüler. Uzun süre ne olduğunu anlamadım, yapraklar çoğaldı, iyice büyüdü. Meğer neymiş biliyor musunuz? Akşam sefası. Demek bir tohum kalmış toprakta... Ya, işte böyle. Hâlâ çiçekleniyor penceremin önünde.

Bizim çocukluğumuzda, bahçelerin katledilip apartman haline getirilmediği ve her evin iyi kötü bir balkonu olduğu dönemlerde, salatalık, domates, biber, kabak, hatta karpuz, kavun çekirdekleri ya bahçeye, ya saksıya dikilirdi. Çıkardı da. Karpuz yerden yerden gider, kabak sarmaşık gibi dolanır, sarı sarı çiçek açardı, sonra da minik kabaklar sarkardı dallarından. Salatalıklar büyürken çıt çıt sesler çıkarırdı.

Biz Kurtuluş’ta bir apartmanın dördüncü katında otururduk. Arkada kocaman bir bahçesi vardı. İçinde kayısı, erik, ayva, armut, incir ağaçları ve ta altıncı kata kadar tırmanmış,bol üzüm veren bir asma vardı. Annem balkondan yaprak koparıp dolma sarardı. Geçenlerde yolum düştü, bir göz attım, hepsinin yerinde yeller esiyor. Biz toprağı, yeşili katletmeye başladıktan sonra mı eloğlu kısırlaştırmaya başladı acaba tohumlarımızı?

‘Tohum ıslahı’yla ilgili bir yazı ilişti gözüme internette, “Artık İsrail’e muhtaç olmayacağız” deniyordu devamında. Ne zaman başladı bu muhtaçlıklar? Biz neden tohumlarımızı başka ülkelerden almak zorunda kaldık? Salatalık dikiyorum, çıkmıyor. Domates dikiyorum, çıkmıyor. Bir dostum var, Cide’de koca bahçeli bir evi var, yazları orada geçirir. Tohumlarını bir devlet kurumundan alırlarmış. Mesela biber tohumu alıp dikiyor, güzel güzel biberler çıkıyor, ertesi yıl kendi biberlerinin tohumunu diktiğinde çıkmıyor. Her yıl yeniden alıyorlarmış artık her türlü tohumu. Bakar mısınız? Her biri tek seferlik. Deneyin, domatesin çekirdeklerini bir saksıya dikin, yeşeriyor, büyüyor, çiçekleniyor ama domates vermiyor. Eskiden verirdi. Biz boyuna saksıya dökerdik çekirdekleri. Ne oldu? Nasıl oldu da bunca verimli toprağa sahip bir ülke, sağlıklı tarım yapamıyor? Ben tohum kavramına olan özel ilgimden daldım bu konulara. Siz bunu minik bir örnek sayın, sonra düş gücünüzle detaylandırın. Vermişiz bir kere her halimizle yuları ellere, GDO’lar, hormonlarfalan devede kulak.