VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Önemli olan köprü olmak

Müslüman bir Ermeni ile ilk kez tanıştığımda, onun “Bir hazinem olduğunu hissediyorum, bana ait olan, ama benden epeyce uzakta kalmış bir hazine. Bir şekilde bulmalıyım hazinemi” şeklindeki ifadeleri beni derinden sarsmıştı. Bahsettiği hazine, kimliğiydi; kimilerinin köşe bucağı kazarak aradığı efsane hazine değil. Biraz yitirilmiş, biraz da bilinçli bir şekilde üzeri örtülerek yabancılaşılmış bir kimlik. Böyle bir kimlik, doğal olarak, zaman içinde bir çekicilik kazanır. Bu karşılaşmadan sonra, yitik kimlik olgusuyla sık sık karşılaştım. Kâh Beyrut’a gelen tanışlarla sohbet ettim, kâh kitaplarda ya da makalelerde konuyu okudum. Yitirilmiş kimlik, insanın kendi varoluşunun da sona ereceği gibi bir kaygıya yola açıyor. Bir biçimde, başkalarının tanımladığı şekilde var olacakları kaygısı taşıyorlar.

Bizim halen kullandığımız ‘Müslüman Ermeniler’, başlı başına yabancı bir ifade. Ama var olmanın ve var olmamanın anlamı ne? Biri varlığını gönüllü olarak gizliyorsa, kendi kendini dünyadan silmeye çalışıyorsa, var olmanın sona ermesi ne demek olabilir? Farz edelim ki, varlığını belli bir süre için gizlemek ve sonra, daha aydınlık günlerde, aynı varoluşunu dünyayla paylaşmak istiyorsun. İyi de, bu durumda kimliğin neye benzer? Hele ki, o gizlenme sürecinde yeni kimlikler de edinmiş, yeni biri olmuş isen... Ne olacak o zaman varlığın? Yeni bir varoluş mu? Eski varoluşun mu? Yeni ile eskini bir sentezi mi?

Belki de bu Google çağında arama sonuçlarında görünür olmak, ya da Wikipedia’da bir madde olmak, var olmak anlamına geliyordur. Müslüman Ermeniler, halen, Wikipedia’da bir madde teşkil etmiyorlar. Yani onlar hakkında bir makale yazmak istersek, elimizin altında, kolay ulaşılabilecek bir bilgi yok. Bu da, henüz, onlara dair standart bir bilginin olmadığına delalet ediyor. Bunun anlamı, var olmadıkları mıdır? Wikipedia’da yeni bir sayfa hazırlamaktan daha kolay bir şey yok. Sorun, Müslüman Ermenilere dair bilgilerin halen çok az oluşunda.

Fakat hepsi bu değil. Google’da ‘Müslüman Ermeniler’ başlığını arayın; daha ilk sayfada, bir Japon gazetesinde bile bu konuda bir yazı olduğunu göreceksiniz. Sayısız makaleler, resimler, görüşler, haberler ve nihayet, Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği konferans... Hepsi yan yana gelerek yeni bir gerçeklik oluşturuyor veya mevcut gerçekliğe yeni açılımlar getiriyorlar. Yeni bir araştırma alanı doğuyor, yani bu konuda bilgi ve veri hiç de az değil. Sorunu başka yerde armalıyız. Sorun muhtemelen, biz Müslüman olmayan Ermeniler, Müslüman Kürtler veya Türkler, aslında, özü itibariyle ikimizin karışımı olan Müslüman Ermenileri nasıl görüyoruz?

Diaspora’da bu konuda farklı kanaatler var. Kimileri Müslüman Ermenilerin ortaya çıkışın bir umut olarak algılıyor. Batı Ermenistan’ın tümüyle Ermeni’siz kalmamış olması, stratejik ufuklar açmasa bile, büyük bir umut ifade ediyor onlar için. Gerçi, bu Ermenilerin Müslüman olmaları biraz şüpheye yol açıyor ama, ilk yılların o irkilişi de geçmiş gibi görünüyor, ve hemen hemen herkes, şu veya bu şekilde bir yakınlaşma yaşanacağını, bu yakınlaşmanın bütün Diaspora’da, gelecek için kapılar aralayacağı öngörülüyor. Şimdi, böylesine kapsamlı bir bilimsel toplantı düzenlendiğinde, basının ilgisini uyandırdığında, konu doğal olarak, insanlar için daha da çekici bir hal alıyor. Konuşmaya, incelemeye, fikirler üretmeye başlıyor insanlar.

Ancak, bir alan var, bir uzaklık var aramızda. Yani, zaten Diaspora ile Ermenistan veya Diaspora’nın farklı merkezleri, hatta Ermenistan’daki farklı sınıflar arasında derin uçurumlar var. Ancak bu alan daha da geniş, ve sanki daha da uzağız birbirimize. Bu durumda, belki de sorunu millileştirmeden, “Müslüman Ermeniler aracılığıyla eski adaletsizliği onarabilir miyiz?” demeden önce, bu mesafeyi azaltmaya, hiç değilse bir yakadan diğerine köprüler kurmaya çalışmalıyız. Birbirimizi tanımak için ne yapmalıyız? İşte esas sorumluluk burada başlıyor. Yoksa, Wikipedia’da binlerce sayfa doldurmak her zaman mümkün.