VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Suudi Arabistan kaslarını geriyor

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin sayısı ve genel olarak yapısı, uzunu süredir tartışma konusu. Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika, öncelikli olarak anılan adaylar arasında. Sırada, II. Dünya Savaşı’nın mağlup ülkelerinden Almanya ve Japonya da var. Bu iki grubun dışında, Suudi Arabistan da anılıyor. İktisadi kalkınmanın eşiğinde olan bir ülke değil Suudi Arabistan, zira bütün ekonomisi petrol gelirlerine dayanıyor. Ancak, tüm İslam dünyasını, Asya’yı ve Afrika’yı kucaklamak için açtığı kollarına bakılırsa, belli ki söyleyecek bir sözü var.

Suudi Arabistan, geçen hafta Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeliğine dair sırasından feragat etti. Gerçi sırasını devrettiğinden, Konsey’de varlığını bir ölçüde sürdürebilecek. Herkes, Kuveyt’in aslında Suudi Arabistan’ı temsil ettiğini biliyor. Ama mesaj gayet net: Suudi Krallığı, Batı’nın verdiği yarım lokmaya razı olmadı. Yarım lokmalarla Kuveyt idare edilebilir ama Suudi Arabistan ya tam yetkili olarak yer alır o konseyde, ya da hiç yer almaz.

Bu ülke, birkaç aydır, Batı’ya ilişkin birçok hayal kırıklığı yaşıyor. Öncelikle Suriye’de aldatıldı. Kendisi Esad’ı devirmek için elinden geleni ardına koymadığı halde, Amerikalılar tek bir mermi bile atmadılar. Riyad’daki genel kanı bu. Özellikle Amerikalıların kendilerine oyun oynadığını düşünüyorlar. Geldiler, vuracakmış gibi yaptılar, sonra da sessiz sedasız çekip gittiler. Batı ülkelerinin İran’la yakınlaşması ise, bir başka hayal kırıklığı. Riyad burada da aldatıldığını ve görmezden gelindiğini düşünüyor. Ya da, aldatılmış ve görmezden gelinmiş durumuna düşmemek için her şeyi yapacak. Olası bir barış sürecini sekteye uğratacak. Ulaşabileceği tüm araçlarla, varlığına kasteden İran’ı dünyayla normal ilişkiler sürdüren, normal bir ülke olarak kabul etmeye hazır olmadığını belli edecek. Riyad net bir şekilde, müttefikinden, daha fazlasını bekliyor. Aksi takdirde kendi yöntemleriyle tepki koymaya hazır.

Riyad için, ne yapması gerektiği gayet net. Öncelikle, Batı’ya bir meydan okuma gösterisi niteliğindeki, Güvenlik Konseyi üyeliğini reddetmesinin ardından, geçen hafta bir de atom bombası projesi ortaya çıktı. Pakistan’daki nükleer proje aslında Suudiler tarafından finanse ediliyor. Dolayısıyla, o silahın bir kısmını Arap Yarımadası’na taşıma imkânına da sahip.

İkincisi, Esad yönetimini devirme operasyonunu bir adım bile geri atmadan sürdürecek, ve bunu yaparken, gerekli olan tüm patikaları ya da geniş caddeleri kullanacak. Ve hatta, bu işlemin sonunda, Suudi Krallığı’nın ittifak yapacağı kimse kalmasa bile, kendi ordusuyla Ürdün üzerinden yürüyüp Şam’ın kapılarına ulaşacak. 50 bin kişilik bir ordunun her an harekete hazır halde beklediğine dair söylentiler dolaşıyor.

Üçüncüsü, Lübnan’ı her ne pahasına olursa olsun kontrol altında tutmak istiyor. Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman, bu hafta Riyad’a resmi bir ziyarette bulundu ve Kral’la görüştü. Ancak, Cumhurbaşkanı’nı ve tüm Lübnanlıları şaşırtan bir şekilde, Mişel Süleyman’ın Kral’la görüşmesi, Saad Hariri’nin mevcudiyetinde oldu. Belirtelim ki, Lübnan’ın eski başbakanlarından Hariri, uzun süredir, ‘güvenlik gerekçeleri’yle Riyad’da bulunuyor. Riyad içinse, o, Lübnan’ın tek başbakanıdır ve Hizbullah’ın hükümet kurduğu bir yönetim asla kabul edilemez. Bu nedenle, Mart ayından beri Lübnan’da hükümet kurulamıyor.

Riyad’ın bu girişimlerinin ardında, kendisi için çok net bir tablo var. İran, Irak’ta, Suriye’de ve Lübnan’da etki alanını genişleterek Akdeniz’e uzanmaya çalışıyor. Oysa Suudi Arabistan, Yakın Doğu’yukendi coğrafi konumunun doğal uzantısı sayıyor. Öylece, kollarını kavuşturup izleyecek miydi? Bir an için, pazarlara ve etki alanlarına dair teorileri unutalım; diyelim ki, Suriye Savaşı iktidarın zaferiyle sona erdi. Riyad çok iyi bilir ki, İran-Esad-Hizbullah-Maliki hattının bir sonraki hedefi Bahreyn olur. Bahreyn’den sonra ise, bu hattın kendi sınırlarından içeri uzanmasını engellemek neredeyse imkânsızdır. Suriye Savaşı, Riyad için bir varoluş mücadelesidir.