OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Devlet ve asker uğurlamaları

Başbakan’ın öğrenci evleri konusunda gösterdiği istikamet doğrultusunda, kimi valiler ve polis teşkilatı harekete geçti bile. İstanbul Tophane’de, aralarında benim eski bir öğrencimin evinin de olduğu kimi evlere, ayrıca Manisa’da ‘kızlı-erkekli’ üniversite öğrencilerinin bulunduğu bir eve polis ‘baskınları’ düzenlendi. Yetkili makamlar tarafından, baskınların, kayıt dışı işletilen apart mekânlar veya gürültü gibi, kızlı-erkekli olmakla doğrudan ilgili olmayan meselelerle ilgili olduğu söylense de, polisin sorduğu soruların baskın gerekçeleriyle ilgisi yok. Örneğin, ev sakini olan genç kadının ailesini ne kadar sık ziyaret ettiği, onlar tarafından ne sıklıkta ziyaret edildiği, gürültü şikâyeti olan yerde kaç kişi kalındığı veya kızlı erkekli mi kalındığı, konuyla ilgisizdir. Kısaca söylemek gerekirse, mızrak çuvala sığımıyor.

Kaldı ki, polis vasıtasıyla kendini gösteren devlet, gürültü ve kamu güvenliğinin tehdit edilmesi konusunda acaba hep bu kadar hassas mı? Bu soruya, tanık olduğum bir durumu naklederek cevap vereyim. Geçen hafta sokağımız, asker uğurlaması adı altında, üç saati aşkın bir süre kapatıldı. Sokağın ortasına karşılıklı olarak arabaları koydular, kapılarını açarak, mahalleye yüksek sesle müzik yayınına başladılar. 50-60 kişi de bu meyanda bağırdı, çağırdı, dans etti, müstakbel askeri havalara fırlattı, şovenist şiirler okudu, maçlarda yakılan meşalelerden yaktılar ve final tabii ki havaya ateş edilerek yapıldı. Kurtuluş gibi, apartmanların birbirine yedi-sekiz metre mesafede bulunduğu bir yerleşim yerinde havaya ateş etmenin nasıl tarif edileceği ve sıfatlandırılacağı konusunu sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Bizim sokak tek yönlüdür ve o taraftan gelen arabalar da geri döndürüldü. Hepsi de, sesini çıkarmadan geri geri gidilip dönülmesi çok zor olan bir yolu geri geri gitti. Ne de olsa, adamın biri askere gidiyor; çok önemli.

Peki, Gezi olayının başında ağaçlara sahip çıkmaya çalışan 50-60 kişinin başına gazıyla, copuyla karabasan gibi çullanan polis, bunlar olurken neredeydi? Yoktu, ama ısrarla çağrılınca geldi. Peki, geldi de ne oldu? Şu oldu: Gruptan ayrılan iki-üç kişi polis arabasına eğilerek, iki dakikayı geçmeyen bir konuşma yaptı ve ekip otosu geri vitese takıp, tıpış tıpış çekti gitti. Aslında gitmemiş. Bir müddet sonra ziyaretimize gelen bir arkadaşımız, polisin köşede çay içtiğini söyledi. Yani, polis bir kanunsuzluğu, bir kabahati (var ya, meşhur Kabahatler Kanunu) sonlandırması gereken yerde, bir de o kanunsuzluğa himaye ve koruma sağlamış oldu. Biz saatler boyu sokakta estirilen terör havasına katlanmak, oturma odasından kaçıp, arkadaki odalara sığınmak zorunda kaldık. Yalnız bizim küçük sokağımızın değil, koskoca Halaskargazi Caddesi’nin de, asker uğurlaması yapanlar tarafından, arabalar yanlamasına konarak kapatıldığına, yine bizzat şahit oldum. Asker uğurlama terörü başlı başına bir sorun ve halledilmesi gerekiyor ama bunları size, sadece beni şahsen rahatsız eden bir olayı aktarmak için yazmadım.

Bu olay, öğrenci evlerini basma meselesiyle de beraber düşünüldüğünde devletin ve onun en önemli şiddet aygıtı olan polis teşkilatının zihniyetine, idaresi altındaki insanlara bakışına, değerlerine dair bazı noktaları açıkça ortaya koyuyor. Ayrıca, Türkiye’de günlük hayatta insan ilişkileri nasıldır, farklı kesimler birbiriyle nasıl yaşar, nasıl var olur, bunlara dair çıkarımlar yapmak, en azınan hipotezler üretmek de mümkün. Şurası çok açık ki devlet ve polis bütün vatandaşlara ve değerlere eşit mesafede değil. Bir evin içinde bulunan kızlı-erkekli bir grup , “Gürültü şikâyeti var” denerek, bir çeteymiş gibi basılırken, başka bir grup sokak ortasında alanen gürültü ve çok daha fazlasını yaparken polis onlara ‘bodyguard’ oluyor. Neden? Çünkü kızlı erkekli oturmak devletin değerlerine tersken, askerliğin getirdiği maçoluk ve militarizm devletin desteklediği değerler, dolayısıyla onların diri tutulmasını, kanunların çiğnenmesi pahasına destekliyor. Aslında, buradan anlıyorsunuz ki, kanunlar da bu değerlere göre uygulanacak veya uygulanmayacak hükümler bütünü olmaktan başka bir şey değil. Devlet, milliyetçi-mukaddesatçı olarak tanımlayabileceğimiz bir çizgide ve vatandaşları arasında uygulama yaparken de açıkça bununla uyumlu değer ve pratikleri kayırıyor, bu cenahtan bir kanunsuzluk varsa görmezden geliyor. Böyle yaparak, vatandaşların bir kısmına “Yolun açık, bildiğini yap, arkandayım” mesajı verirken, kendi tanımladığı değerlere zıt düşenlere “Ayağını denk al” diyor. Devlet vatandaşları arasında tarafsız bir hakem olma rolünü kaybetmiş demeyeceğim, çünkü bu topraklarda devlet hiçbir zaman böyle bir şey olamadı. Yani, bazıları üzülecek ama bu AKP’yle çıkmış bir durum da değil. O da tabii, Türk devlet geleneği ve mekanizmasını tepe tepe kullanıyor.

Bu bağlamda, vatandaşlar arasındaki ilişkiye dair de, kısaca şu söylenebilir: Burada birlikte yaşam, birbirini domine etme esası üzerine kurulu. Burada varlıklar çarpışıyor ve herkes kendi mecrasında bildiği gibi yaşamakla yetinmek istemiyor; kendi varlığını ve oluş biçimini diğerine kabul ettirmek, onlarınkini görünmez kılmak istiyor. Dolayısıyla, kamusal alana hâkim olmak için bir kavga veriliyor. ‘Asker uğurlaması’ gibi pratikler de bir nevi kas gösterisi, bir tür meydan okuma. Bu kavgada taraf olduğu için, devletin kimileri için ‘müttefik’, kimileri için ‘hasım’ konumunda olması kaçınılmaz oluyor.