OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Eski bir çözüm sürecinden manzaralar

Birçok tarihçinin ve sosyal bilimcinin ifade ettiği ve benim de hemfikir olduğum bir iddia, II. Meşrutiyet döneminin, ta günümüze kadar süregelen sonraki zaman dilimini anlamlandırmada önemli bir dönüm noktası olduğudur. 1908-1913 arası görece serbest dönemde herkes düşündüklerini açıkça söyleme imkânı bulmuştur. Bugün bir ‘çözüm süreci’nden geçiyoruz ya, işte o dönemde de bir çözüm süreci söz konusuydu ama başarısızlıkla sonuçlandı. ‘Tarihten ders çıkarmak’, söylene söylene içi boşalmış, kimi tarihçilerin de hazzetmediği bir tabirdir ama dönemler arası farklılıkları göz ardı etmeden İkinci Meşrutiyet’e dönüp bakmakta, şüphesiz, herkesin alacağı dersler değilse bile feyizler vardır.

Bir köşe yazısında bu konuda derin analizler yapmak mümkün değil ama ben size o günün çözüm sürecinde çeşitli Ermeni gruplar ve bireyler tarafından verilmiş beyanatlardan bazı örnekler sunayım; günümüzle kıyaslanabilir mi, siz karar verin. Vereceğim ilk örnek Hınçak Partisi’nin Ocak 1909’da yazıp Sivas sokaklarına yapıştırdığı bir deklarasyon. Ne kadar inanılmaz (!) bir şey değil mi? Bir zamanlar Ermeniler ve onların partileri Anadolu şehirlerinde varmış ve hatta sokaklara bildiri bile asıyorlarmış. Bak sen şu ‘cüret’e! Kimilerinin “Çok şükür, kurtulmuşuz” dediğini duyar gibiyim ama bu bir kurtuluş mu yoksa kayıp mı, kaçırılmış bir fırsat mı, o gün bu işler halledilebilseydi daha huzur dolu bir cumhuriyet tarihi yaşar mıydık, bugün Kürt sorunu diye bir sorunumuz olur muydu, tartışılır. Ben şunu iddia ediyorum ki, bu toprakların devleti ve toplumu Ermeni sorununu gerekli zihinsel/ideolojik, hukuksal ve idari altyapıyı kurarak çözmeyi başarsaydı, Kürt sorunu diye bir şey en azından bugünkü şiddet ve mahiyetiyle var olmayacaktı. Kaynaklara döndüğümüzde bu daha net ortaya çıkıyor. Mezkur deklarasyonda, Hınçak Partisi şöyle diyor (deklarasyon Sivas’ta yayımlanan Ermenice bir gazete olan Antranik’te çıkmış, ben de oradan aldım):

“Osmanlılar, yoldaşlar,

Aziz vatanımızda anayasının ilanından sonra Hınçak Partisi bütün devrimci faaliyetlerine son vermiş ve siyasi bir parti halini almıştır [Dayanamadım araya giriyorum. Yani ne diyor? “Dağda silah tutmayı bıraktım, düz ovada siyaset yapacağım” diyor.] Parti, ülkenin iktisadi ve moral kalkınması hedeflerine barışçıl ve yasal parlementer sistem vasıtasıyla ulaşmayı seçmiştir. Şikâyetlerini ve taleplerini yasal parlamenter yöntemlerle dile getirecektir. Hınçak Partisi, anayasal [rejimle yönetilen] Türkiye’ye [deklarasyondaki orjinal tabir] karşı herhangi bir ayrılıkçı emeli reddettiğini beyan eder [Bunu şöyle anlamalı herhalde: Anayasal rejim işlediği sürece biz buradayız]. Gerek anayasanın iç düşmanlarına, gerek yabancı saldırganlara karşı, hürriyet âşığı Türk kardeşlerimizle omuz omuza duracağız. Parti, ülkemizin huzurunu bozmak ve bizi parçalamak isteyen bütün düşmanlara karşı Osmanlı bayrağı altında savaşacaktır. Savaşlarda tek bir ruh olacağız ve yabancılar bizim dayanışmamızı görecekler. Osmanlı bayrağı muzaffer olacaktır.

Aziz hemşehriler,

Hepimiz Osmanlı vatanının çocuklarıyız, aramızdaki işbirliği ülkemizi cennete çevirecektir... Biz Türkler ve Ermeniler dış saldırılara karşı omuz omuza direnecek, anayasayı demokratikleştirmek ve kalıcı hale getirmek için el ele vereceğiz.

Sivas Hınçak Partisi”

Bundan bir yıl sonra Ocak 1910’da, bu sefer herhangi bir partiye bağlı olmayan, Harput’taki Yeprad (Fırat) Koleji’nin, büyük ölçüde Ermeni olan öğretmenleri ve öğrencileri tarafından çıkarılan ‘Yeprad’ adlı derginin başyazısında şöyle deniyor (Yalnız, hatırlayalım, bu iki yazı arasında, Nisan 1909’da, 20 bin civarında Ermeni’nin öldürüldüğü Adana katliamları yaşanmıştı.):

“Her gün yürümeyi daha fazla öğrenen bir buçuk yaşında bebekleriz. Geçmişte umutlarımız birçok kereler heba oldu. Şimdi tekrar umutluyuz. Umut ediyoruz ki bu ülke hastalıklarından kurtulacak ve [Osmanlı] topluluklar[ı] bir uyum içinde, ülkelerinin efendisi olduklarını ve öyle kalmaya da hakları olduğunu ecnebilere gösterecekler. Ümit ediyoruz ki Türk hükümet yetkilileri yavaş yavaş gelişecek ve Türk partileri anayasayı elimizden geri almaya kalkmayacaklar. Tam tersine, onlardan anayasının iyileştirilmesini bekliyoruz. Umudumuz hâlâ güçlü.”

Aynı dönemde Taşnak Partisi’nin, Ermeni Kilisesi’nin benzer ifadelerini bulmak mümkün ama hepsini buraya almaya yerimiz müsait değil. Bu ifadelerdeki anayasa vurgusu dikkatinizi çekmiştir herhalde. Çok açık ki, anayasayı bir güvence ve ‘yeni Türkiye’nin göstergesi olarak görüyorlar. Tanıdık mı?

Bizim Anayasa Komisyonu da geçenlerde dağılmış diyorlar.