BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Muhafazakâr sanat dedikleri

Nasıl bir şey ola ki bu ‘muhafazakâr sanat’ dedikleri? Bir süredir dillerde ya… Eh, az buçuk sanatla iştigal eden insanları ilgilendiriyor, meraklandırıyor. Medyada da birçok sanatçıya, nedense özellikle tiyatro sanatçılarına bu konuda sorular soruluyor, röportajlar yapılıyor. Herkes mümkün olduğunca, fazla şimşekleri üzerine çekmeden, yârin zülüflerini üfürmeden -yoksa vuruverirler tepesine- kızgınlıktan ziyade kırgınlık belirterek, bunun nasıl yanlış bir tavır olduğunu dile getirmeye çalışıyor. Zira devletin genel olarak sanatı ‘hasım’ olarak kabul ettiği çok açık. Bu Genco Erkal’ın sözüydü. “Sanatçı özgürlük ister” de onun sözü. Ki pek doğru, katılmamak mümkün değil. Ve de ne yazık bir ülkenin yazarçizer takımının sık sık hapislere atılıyor olması pek utanç verici.

Ama biz alışkınız değil mi? Az mı kitaplar toplatıldı, yasaklandı, yakıldı, sanatçılar sürüldü vaktinde? Kemal Tahir’in ‘Yorgun Savaşçı’sını binbir emekle dizi yapmışlardı da sonra ucunu neye dokundurdularsa yakıvermişlerdi ya. Acısını iyi bilirim… Sanat yönetmenliğini Arto ve Erol Keskin yapmışlardı da, haftasına helva yapmıştık “eserimiz öldü” diye. Ama ne oldu sonra? Gün oldu devran döndü ve saklanan bir film ortaya çıktı, televizyonda da gösterildi. Ay neler gördük biz…

Yıllar önce eşim anlatmıştı; gençlikte sıkça gittiklerinden çok iyi tanıdıkları Kumkapılı bir meyhaneci, Kör Agop da olabilir başka biri de pek hatırlamıyorum, pek manidar bir laf etmişmiş. Meyhaneci, nevi şahsına münhasır esprileri olan, mürekkep yalamış insanlarla aşık atabilecek zeka düzeyinde, görmüş geçirmiş bir Ermeni. Her gece masaları dolaşır, müdavimlerin sohbetlerine katılırmış.

Bir gün aralarına, adı önemli değil ama kendi önemli, tanınmış bir şairi de alarak, çoğu sanatçı eş dost, yemeğe gitmişlermiş. Meyhaneci masalarına geldiğinde, ilk kez onlara katılmış olan şair dostlarını onunla tanıştırmışlar. Adam birkaç hoşbeşten sonra şaire dönüp “Bunlar senin için şair falan deorlar ama galibam ki koftiden şairsin sen” diyivermiş. “Neden öyle dedin yahu?” diye sorduklarında ise “E bütün eyi şairleri içeri atoorlar baksana, sen demek koftisin ki dışardasın” demez mi? İyi laf valla.

Ah ah, kulağın çınlasın Arto. Biliyor musunuz, biz dostları onu anarken hep öyle deriz, sanki ölmemiş de uzak bir yere girmiş gibi… Geçen Pazar yine iyice çınlattık kulaklarını. On dördüncü ölüm yıl dönümüydü. Tam on dört yıl sonra, yine aynı buruk neşeyle andık onu. Eş dost, önce mezarlık ziyareti, sonra meyhane. Tam istediği gibi, kadehler kaldırdık, hoş anılar paylaştık, kahkahalar attık. Ölürsem beni de öyle anın e mi dostlar? Neyse konuma döneyim.

Şimdi bu sanat manat meselesi her zaman netameli olmuştur ülkemizde. Her dönem farklı bir nedenden bir şeylere yasaklar konmuştur. Özellikle de gösteri sanatlarına. Nedense tepede oturanlar daima çekinmişlerdir ondan. Hem de ta padişahlık döneminden beri… 1800’lerde Avrupa’da bile bir benzeri daha olmayan muhteşem Gedikpaşa Tiyatrosu, oynanan oyun devletin otoriesini  sarsabilir gerekçesiyle, Padişah’ın emriyle bir gecede yerle bir edilmedi mi? Cumhuriyetle kazanılan sanat alanındaki sözde özgürlükler ise hep mehter adımı iki ileri bir geri olmuştur. Üstelik ileriye minik minik, geriye dev adımlar atılarak. Hep bir bahane bulunup, öküz altında buzağı aranmış, pire için yorganlar yakılmıştır.

 

Hangi Padişahtı burnu büyük olan? Burun lafı edildiğinde cinlendiğinden konuyla ilgili anekdotlar düzülen? Hani derler ya; “Yağmur yağınca göl olur, gölde ördekler yüzer, Padişah’ın burnu ördeğe benzer” demek istiyor diye “bulut” diyenin boynunu vurdururmuş diye. Günümüzde böyle imkânsız bahaneler üretilemeyeceği için bir ‘ahlâk’ teranesi tutturuldu. O, bu, ‘ahlâka mugayir’ bulunduğundan, iyisi mi kafadan ‘muhafazakâr sanat’ kuralı koyarsın olur biter.

Belli ki devlet, gösteri sanatları müessesesini külliyen yok etme çabasında. Gerçi başka sanatlar da var ama nasılsa onlar halkın eğitim düzeyiyle doğru orantılı. Eh halkı cahil bırakmak, esas amaç olduğuna göre, onlar fazla riskli değil. Ama insanlık var olduğundan beri var olan gösteri sanatları herkesin ilgi duyabileceği bir şey… Ya bu sanatçı ‘bozuntu’ları (…) boyuna böyle üstü kapatılan şeyleri deşip deşip milleti sorgulamaya teşvik ederlerse? İyisi mi, yok edersin kurtulursun. Onca değerli sanatçıyı bir kalemde silip atamayacağından önce ödeneklerini kesiyor, sonra da yavaştan yasaklı ilan edecek.

Ayrıca son günlerde yeni yönetimiyle, hiç Şehir Tiyatrosu oyunu izlediniz mi? Ful masraf, bol kostüm, bol dekor, sonuç? Büyük bir fiyasko. İyi ki göstermelik, Şark Dişçisi hâlâ var. Ama tüm iyi oyuncular ayrılmış, bu hali nasıl? Henüz görmedim. Böylece seyirci de azalacak. Sonra “Kimse artık tiyatroya ilgi duymuyor” deyip hepten kapatacaklar. Ne yazık değil mi? Bu ülke var olduğundan beri, tepede oturanlar vazgeçemiyorlar bu ‘yok etme’ sevdasından. Bin yıl sonra yıkık gökdelenler, çökük köprülerden başka ne kalacak acaba geriye?