BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Yeni yıl dileği

Âdet olmuş bir kere, yıl sona erdiğinde gelecek günler için umutlanmak. Gerçekleşmemiş düşler, ertelenmiş kararlar, sineye çekilmiş acılar, arzular, beklentiler ve daha neler için umutlanmak. Ve de saat tam 24’ü vurduğunda dilek dilemek. “Kim bilir, belki bu yıl” diye diye. Hem de aslında her günün, bir önceki yıla göre, yeni bir yılın başlangıcı olduğunu bile bile.

Her yıl, önce sağlık dileriz, kendi sağlığımızı, hele yaş ilerlemişse... Tabii, bedenimizdir ilk düşündüğümüz, akıl sağlığımız gelmez aklımıza nedense. Sonrasını gönlümüzce sıralarız; sevdiklerimizin sağlığı, aşk, para, şans, mutluluk, ki anlık olduğunu deneyimle biliriz, yine de bir ömür boyu olmasını umarız.

Bu yıl saati geldiğinde ilk kez “ülkemin akıl sağlığı” çıkıverdi ağzımdan. Ben seçmedim, nasıl etkilenmişse, bilinçaltım kendi kendine seçti. İrkildim ve kendim için bir şeyler dilemeyi unuttum. Zira ülke olarak ‘ser ta be pa’ (ne güzel laftır yahu) kafayı yemek üzereyiz. En tepeden en alt kata kadar. Endişeliyim, akıl sır ermez kötü şeyler dönüyor ve iyice kaçtı ipin ucu. Öfke kusuyor herkes. Sanki kapkara bir bulut çöktü memleketin üzerine ve nefes aldığımız hava bile zehir saçıyor artık. Hem soyut, hem somut anlamda.

Ay, ben geçen gün yine gaz yedim, biliyor musunuz? Kademsizlikten,Cuma günü Beyoğlu’ndaki arbedenin tam ortasına düştüm. Yurtdışından gelen bir dostumla buluşacaktım. Telefon edip oralarda bir şeyler döndüğünü, erken çıksam iyi olacağını söyledi. Ben de son günlerde sergiyle meşgul olduğumdan pek izleyememiştim olan biteni. Televizyona, internete falan baktım, bir şey göremedim. Eh, bir-iki protesto gösterisi, toplanma falan olacaktır diye düşündüm ve de öyle gazlı, sulu bir müdahaleye varacağını ummadım. Yine de erken çıktım, metroya bindim. Kısa mesafeler için kendimi şartlandırıp, kapalı alan korkumu bastırabiliyorum.

Yarı yolda durduk. “Sinyal alamadığımız için biraz bekleyeceğiz” anonsu – ne demekse... Hafiften bir telaş...Allahtan kalabalık değildi, oturuyordum, tepeden gelen bir esinti de vardı, gözlerimi kapayıp derin nefesler alarak bekledim. Neyse ki uzun sürmedi. Taksim’e vardık ama çıkamıyoruz, polis karşıya dizilmiş, insanları füniküler tarafından yeraltı geçidine yönlendiriyor. Hiç girmediğim yerlere girip, sevimsiz ve kasvetli merdivenlerden açık havaya çıktım. Eh ,evet, epey kalabalık toplanmıştı, halktan çok polis vardı. Maskesiz ve sakindiler. İyi. Henüz korkulacak bir şey yok.

Arkalarından geçerek, İstiklal Caddesi’nin girişindeki buluşma yerimize doğru yürüdüm. Tam ilk köşeye geldiğimde bir de baktım ki yolu kesen kalabalık bir polis grubunun ortasındayım. Tabii, ancak bel hizalarına geldiğim için, kafamı kaldırıp bakıncane göreyim? Hepsi de uzaylı gibi pusatlarını kuşanmış, maskelerini takmışlar. “Aaa, maskenizi takmışsınız, yoksa yine gaz mı atacaksınız?” dedim, dehşetle.

Yanıbaşımdaki dev, eğilip “Korkma” diyerek omzumu okşadı. Bir şefkat ki sormayın. Dayanamadım “O zaman sen o maskeyi çıkar da ben takayım” dedim. Gülüştüler. Ama o kadar. Anında az ilerden, pat pat sesleriyle,kesif bir duman yükseldi ve öksürmeye başladım. Gerisi kopuk. Anlatmayacağım. Günler geçti, hâlâ ağzımda acı bir tat var. Bu biber gazı değildi, eminim. Kokusunu elli metre öteden tanırım. Başka bir şey keşfetmişler, sonsuz öksürtüyor. O zehirler hâlâ şehrin üzerinde ve bir yağmur yağsa canlanacaklar.Kimsenin bu zehirlerin, öyle bir anda yok olmamasına aldırdığı yok. Ayrıca halk âdeta dayak arsızı çocuklara dönmüş. Ortalık birazcık yatışınca hemen kafelere doluşup, çay kahve muhabbetine kaldıkları yerden devam ediyorlar. Hiçbir şey olmamış gibi.

Şimdi, gelelim bir yönetim mekanizmasının, kendisini seçen, hizmet etmek ve isteklerini yerine getirmekle yükümlü olduğu,parasıyla geçindiği halkına reva gördüğü muamele meselesine. Galiba bunların yüreğinde hiç sevgi yok. İnsanı, hayvanı, bitkiyi, havayı, suyu, toprağı durmadan zehirliyorlar. Ölen ölsün, kalan sağlar bizimdir mantığı. Oysa ileriki yıllarda, başta kanser olmak üzere ne hastalıklar çıkacak, kimi yönetecekler o zaman, kimi cezalandıracaklar?

Zaten artık iyice,“Yaramazlık edersen sana çikolata vermem” diyen, ayıp bir şeyi duymasın diye çocuğun gözünü kulağını kapayan veli moduna girildi.İnsanlar yolsuzluğu protesto ettikleri için gazdan kıvranırken, havaalanında yandaşlara miting yapılıyor. İşin mi var, hastan mı var, kimin umurunda? Varsın beklesin uçaklar. En efendi, en sevilen sunucu olan Ali İhsan Varolgibi bir adam,“rüşvet” ve “yiyici” dedi diye işinden oldu yahu. Televizyonun en düzeyli programı pat diye yayından kaldırıldı. Daha neler var ama yerim bitti.

2014 için ilk dileğim, “Allah ülkemin akıl sağlığını korusun”dur.