VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Beyrut’ta patlama

Patlama ânı değişmezdir. Yakınında bir yerde olmuşsa zaten görürsün; yok uzağındaysa, on beş dakika sonra haberlerden duyarsın. Yakınındaysan önce sesi duyarsın, sonra da, mesafeye göre, basıncı da hissedersin. Etrafındaki bütün camlar kırılır ve üstüne dökülür. Şanslıysan bir yerin kesilmez ya da tavan tepene inmez. Sokaktaysan önce yerdeki sarsıntıyı hissedersin, ayağının altından bir toz bulutu kalkar ve patlamanın rüzgârını yüzünde duyarsın. Ola ki dizlerin taşıyamazsa seni, şanslıysan düşüp bir yerlerini kırarsın sadece. Birkaç dakikada paniği hissedersin. İnsanlar her yöne doğru koşuşur. Yangını görürsün ya da hissedersin. Ardından polis sirenlerinin sesleri... Hele bir de bir hastanenin yakınında olmayagör... İlerleyen saatlerde, cesetleri ve yaralıları taşıyan ambulanslar, patlamanın kendinden daha büyük bir ıstıraba yol açarlar.

İşte bu aşamada telefonunu anımsarsın; başlarsın sağa sola telefon etmeye. Haber daha çok böyle yayılıyor – telefonlarla, internetle, sokaktaki konuşmalarla. Patlamanın tam yerini bilmek istersin. O bölgede yaşayan ya da iş yeri orada olan tanıdıkların gelir aklına. Onlarla iletişim kurmaya çalışırsın. Sağ olduğunu bildireceksin, bir de onların sağ olduklarını duyacaksın. Nasıl soracağını bilemezsin – “Sağ mısın?”, “Her şey yolunda mı?” Lanet olsun böyle memlekete. Biz de insanız diye yaşıyoruz. Birlikte olma arzusundan kaynaklanan bir çeşit gereklilik... Patlama ânında yan yana gelmek, insanların birbirlerine yakınlık göstermeleri, patlama deneyimlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Sanki yan yana gelmek için böyle patlamalara ihtiyacımız varmış gibi... O insanlarla aynı ülkede yaşadığını hissedersin o an. Herkesi ayrımsız sarsan, aynı patlamadır işte.

Sarsıntı ânından sonra yavaş yavaş değerlendirmeler başlar. Sağdan soldan ulaşan haberler yavaş yavaş şekillenir ve bir resim oluşturur. Bir saat geçmeden, bunun bir intihar bombacısı eylemi mi, patlayıcı yüklü bir aracın uzaktan kumandayla uçurulması mı, yoksa kurulmuş bir mayın mı olduğu netlik kazanır. Elli kilogramlık patlayıcı mı kullanılmış, yoksa yüz kiloluk mu? Ardından ölü ve yaralı sayısının hesaplanması başlar: Bir ölü, beş yaralı; beş ölü, yirmi beş yaralı... Zaman ve sayılar birlikte ilerler; konuştuğun her kişi ile sayılar değişir. İnsanlar en çok ölü sayısını bilmek konusunda yarışırlar. Hatta sayı yeterince büyük olmazsa hayal kırıklığı yaşayanlar bile olabilir. Patlamanın sonucu da en çok böyle şekillenir. Ölü sayarak yaşayanların hikâyesidir ‘patlama’. Ölenler ve yaralananlar bir yana, yaşayanlar da onlarladır. Bomba ile birlikte bütün bir toplum patlar.

Biraz sonrasında patlamanın siyasi sonuçları da netleşir. İnsanlar ilk andan sormaya başlamışlardır, “Hedef kim?” diye. Ama hikâye hep aynıdır; ya bir milletvekili, ya da bir bakan... Bir taraftan diğerine gönderilmiş siyasi bir mesaj... Bu kez eski bir bakan – Hariri Hareketi’nden Muhammed Şatah. Teoriler de gelişir bu arada; ağızdan ağıza, giderek büyürler. Öldüren Suriye’dir; adam Suriye karşıtıydı... Suudi Arabistan’dır, zira adam Amerikan karşıtıydı ve Suudiler Amerika’ya dertlerini anlatmak istiyorlar... Sünniler Hizbullah olmadan devlet kurmak istediklerine göre, Hizbullah’tır... Lübnan’da karışıklık yaratıp Hizbullah’a saldırmak için fırsat kollayan İsraildir... Bu liste uzar gider. Siyasi yorumlar komplo teorilerine dönüşür. Görüşler duygusallaşır ve düşmanlıklar daha da keskinleşir. Nefret kanla yoğrulur ve biri havaya ateş ede görsün; iç savaş kapıdadır.

Sabahki fiziki sarsıntı bütün gün sürer. O ânı unutmak mümkün değil ama hayat devam ediyor. Her ne olduysa, ölene oldu. Ertesi günü, hele böylesi bayram günlerinde, toplum artık o sarsıntıyı duymaz. İnsanların direncine akıl sır erdirmek mümkün değil. Patlamanın olduğu yerden on metre mesafede nasıl böyle alışveriş yapabiliyorlar? İşin aslı, patlama üstüne patlama, sarsıntı üstüne sarsıntı, insanları artık etkilemiyor. Sokaktan tesadüfen geçerken ölen insanların ailelerini etkiliyor sadece. Şu zavallı genç çocuk, ertesi gün hastanede ölen Muhammed Şaar, bir tek onun ailesinin derdi.