YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Yolsuzluktan da fena

17 Aralık operasyonu ile başlayan süreçte her hafta yeni bir aşamaya geliyoruz ve geride bıraktığımız safhalar bir anda çoook uzakta kalabiliyor. Soruşturmaların ilerlemesini engellemek için yürütülen karşı operasyon, yargı ve emniyet ekiplerinin darmadağın edilmesi artık epey geride kaldı. İnternet, HSYK yasaları da öyle. Hatta Erdoğan ile oğlu arasında gerçekleştiği söylenen ve öyle olduğu anlaşılan kayıtlar da. Peyderpey dökülen kayıtlar, AKP cephesinden gelen itiraflar, geçmiş yıllarda nasıl bir dönemden geçtiğimizi ortaya koydukça, şüphelerimizin çoğunun doğru çıktığını görüyoruz ve bunun genişçe bir kesimde manevi bir tahribat yarattığını söyleyebiliriz.

Bu haftanın kayıtlarına geçmeden önce, geçen Cuma günü yaşanan tahliyelere değinmek gerekir. Bakan oğulları ve Rıza Sarraf, hukuki bir oldubitti ile salıverildiler. Bütün bu süreç içinde bence kritik bir aşamaydı, çünkü AKP ne derse desin, emniyet ve yargıda ne adımlar atılırsa atılsın, en azından, kör topal da olsa hukuki bir sürecin yürüdüğü gibi bir izlenim vardı ülkede. Bu izlenim de berhava olmuştur. AKP’nin böyle bir adımı rahatlıkla atabildiğini ibretle gördük. Keza Erdoğan’ın tahliyeler sonrasında söylediği “Adalet yerini buldu” sözü, muhtemelen tarihe geçecektir.

Bu tablo ile ne yapılacağı ve meseleye maalesef, tam da Erdoğan’ın istediği gibi 30 Mart seçimlerinde, yani sandıkta karar verilecek olmasının tehlikeleri üzerinde düşünürken yeni kayıtlar sökün etti. Bu kayıtlarda da Erdoğan’ın daha öncetahmin ettiğimiz gibi yargıya müdahale ettiğini, kimi ihalelerde bazı işadamlarına içeriden bilgi sızdırdığını, ihale sonuçlarını değiştirmeye çalıştığını gördük. İşin daha da ilginç tarafı, Erdoğan bu kayıtları reddetmemiş, doğrulamıştır. Yine bu kayıtlarda, dönemin adalet bakanının, bir hâkim için “Alevi’dir” dediğini gördük, duyduk. Bir kez daha son derece ürkütücü bir manzara ile karşı karşıyayız.

Her biri bir hükümeti çok ama çok zor durumda bırakacak iddialardan onlarcası birikmiş durumda önümüzde. Bu kayıtları elde eden ve yayımlayanların hiç de masum olmadığını, devlet içinde tehlikeli bir güç haline geldiklerini, bunun da en az AKP iktidarının geldiği hal kadar büyük bir mesele olduğunu elbette görüyoruz ve her fırsatta bunun altını çiziyoruz, çizmeye devam edeceğiz. Ancak önümüzde öyle büyük bir sorunlar yumağı, öyle büyük bir çürümüşlük var ki... Nereden başlamalı?

Öncelikle karşı karşıya kaldığımız manzaranın artık ‘yolsuzluk’tan da öte bir şey olduğunu söylemek gerek. ‘Yolsuzluk’ ve ‘rüşvet’, olup biteni tarif etmek için hafif kalıyor. Tekrara girme tehlikesini göze alarak şu olup biteni tarif etmeye çalışırsam, şunu söyleyebilirim: Erdoğan ve çevresindeki bir kliğin, tüm sisteme el koyma hamlesi ile karşı karşıyayız. İmar projeleri, büyüklü küçüklü çılgın projeler vasıtasıyla arazilerin değerlendirilmesi ve belli bir zümreye devredilmesi, bu işler sayesinde büyük bir servet transferi sağlanması var. Bu işlerin pürüzsüz halledilmesi için yargıyı, medyayı dizayn etme girişimleri var. Ve aslına bakılırsa, bu girişimlerde büyük oranda başarı sağlanmıştır. Dinlediğimiz kayıtların kimileri aylar öncesine aitti veAKP-Cemaat ittifakı çatlamasaydı, muhtemelen uzun bir süre daha bu kayıtlardan haberdar olmayacaktık. Üstelik AKP ve Cemaat’in devlet içinde kazandığı etkinlikten her şikâyet edişimizde, bunu her gündeme getirişimizde ‘darbeci’ olarak yaftalanacaktık; kimileri için çoğu zaman da öyle oldu.

Fakat meselemiz bununla bitmiyor. Hatta yeni başlıyor. Çünkü bütün bu olup bitenlerden sonra AKP bu sefer de açık biçimde bu sistemi meşrulaştırma, legalleştirme operasyonuna girişti. Erdoğan en baştan beri bu işe sandıkta karar verileceği tezi üzerinde durdu. Bütün bu olup bitenlerden sonra o son derece tehlikeli yola girmiş gibiyiz. Artık kamuoyu 30 Mart seçimlerinin sonuçlarını beklemeye başlamış vaziyette. Yani sadece AKP değil, muhalif cephede de, AKP oy kaybetmezse toplumun bu olup bitenleri onayladığı gibi bir kabullenme oluşacak ve büyük bir karamsarlık içinde, sonraki seçimlere odaklanılacak. Hava bu.

AKP ve medyası da bir zamandır bu tez üzerine çalışıyor zaten. Miting meydanlarının kalabalık olduğu, anketlere bakılırsa AKP’nin oy kaybetmediği tezi öne sürülüyor; bütün bu süreç, dindar seçmenin partisine sahip çıkmasıyla, bunu bir darbe girişimi olarak görmesiyle, alternatiflerin toplumu ikna etmemesiyle açıklanıyor. Dindar seçmenlerin, AKP iktidardan giderse eski kötü günlere dönülmesinden korktuğu tezleri ortaya atılıyor. Dolayısıyla denklem şuraya doğru sürükleniyor:AKPseçimden oy kaybetmeden ya da az bir oy kaybıyla çıkarsa, toplum bu sisteme onay vermiş olacaktır ve geri kalanlara da artık susmak düşecektir.

Seçim sonuçlarının nasıl cereyan edeceğini bilemiyorum. Bir tahminim de yok. Ancak girdiğimiz şu yol, yolsuzluktan da fena. Yukarıda tarif etmeye çalıştığım, bir kliğin her şeye hâkim olduğu, otoriter bir ‘devlet’ biçimini laik-dindar eksenine oturtarak topluma onaylatmak, meşrulaştırmak, bunun teorisini, altyapısını kurmak, her şeyden önce büyük vebali olan bir iş. Yapılan, büyük bir servet transferini ve sistemi ele geçirme çarkını tarihsel kamplaşmalara oturtarak haklı çıkarmaktır.

Bir ihtimal, AKP bu seçimlerden az bir oy kaybıyla çıkabilir. Bilhassa ana muhalefet cephesine baktığımızda bir muhalefet sorunumuz olduğu da ortada, dolayısıyla seçmen bu olup bitenlerden sonra CHP’ye meyletmeyebilir. Keza Erdoğan’ın sürekli ilan ettiği gibi seçim sonrasında Cemaat’e yönelikgeniş kapsamlı bir operasyon da başlayabilir ve bunun sonucunda kimi Cemaat üyelerinin birtakım yasadışı işlere bulaştığını görebiliriz. Böyle olur demiyorum ama bunlar ihtimal dahilinde.

Ancak asli sorumuz şu: Bu senaryo gerçekleştiğinde mesele kapanmış mı olacak? Biz böyle bir toplum olarak mı yaşamaya devam edeceğiz? Bu, yolsuzluktan da fena olmayacak mı?

Not: Çarşamba akşam saatlerinde HDP Aksaray binasına bir linç girişiminde bulunulduğunu öğrendik. Geçen hafta bu sütunlarda 'bir şeylerin habercisi' olarak nitelediğim saldırıların bir yenisini yaşadık, veya. Linç meraklısı güruhların ciritattığı puslu bir havadan medet ummayan tüm 'siyaset'lerin ve toplumsal kesimlerin bu saldırıları net bir dille kınamasının aciliyet taşıdığı, herhalde açıktır.