VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Yetimlerin geleceği

Eğer hâlâ, insanlığın bu son yüz yıl içinde değiştiğine inanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Yüz yıl önce yüz binlerce Ermeni mülteci Suriye topraklarına akın etti. Sırtlarında çocuklarıyla kadınlar ve yaşlılar... Bunlar, elbette, sürgünde hayatlarını kaybetmeyip Halep’e varabilmiş olanlar. Bugünse, tıpkı o zaman olduğu gibi, yüzbinlerce insan, bu kez Suriye’den kaçarak, nerede olursa olsun, hayatlarını mülteci olarak devam ettirmeye çalışıyor. Yüz yıl önce yaşananlarla bugün olup bitenler arasında böyle bir paralellik kurulması eleştirilebilir. İkisi de çok hassas konular. Ama, Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde yapılan bir konuşma, ister istemez, dinleyicilerin zihninde bu iki dönemde olanları birbirine yakınlaştırıyor.

Keith Watenpaugh, Suriye tarihi üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan bir profesör. Suriyeli üniversite örencileriyle ilgili bir program kapsamında, bugünlerde Lübnan’da bulunuyor. Üniversitede, Near East Relief’in (NER, Yakın Doğu Yardım Kuruluşu) Ermeni yetimleri toplama çabalarını konu alan, ‘Maraş’ta Amerikan Hümanizminin Başarısızlığı’ başlıklı bir konuşma yaptı. Profesör Watenpaugh’un teorisine göre, NER gönüllüleri kendilerini bu çabalara adamış, bütün tehcir ve yerleştirme süreçlerinde Ermenilerin toplumsal yapılarını korumaya çalışmışlardı.

NER ve ona destek veren Amerikalılar, o toplanan çocukların Ermenilerin geleceğini oluşturacağını ve gereken eğitimden geçerlerse, gelecekte Ortadoğu’da modernleşme sürecine destek vereceklerini düşünmüşlerdi. Ermeniler her zaman ‘modern’ oldular, fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. O çocukların gelecekte oluşturdukları toplum, ‘yetim’ olmaktan hiçbir zaman kurtulamadı. Hiçbir şey, Maraş’tan Halep’e yürüyüşü unutturamadı – ne eğitim, ne onyıllar, ne üzerinden geçen dört nesil, ne de siyasi süreçler. Şimdi, önümüzdeki yüzyıla bakarsak, dilenci çocukların Beyrut sokaklarında her gün yaptıkları yürüyüşleri kim unutturacak? Hangi program, hangi milyar dolarlar?

Suriye meselesine bakarken, bugünü bir bütün olarak görürsek, aslında umutlu olabiliriz. Ne kadar kötü olursa olsun, yarın öbür gün savaş bitecek ve herkes köyüne dönüp evini tamir edeceğini düşünebiliriz. Ancak tarihe bir göz atsak, mesela Ermeni yetimlerin toplanmasının tarihini araştırsak, nasıl bir kitleyle karşı karşıya olduğumuzu anlarız. Bütün Levant coğrafyasını kapsayan, otuz yıldan uzun süren ve çok büyük maddi kaynaklar ve insan kaynakları sayesinde başarılı olan, yetimleri toplama ve yeniden Ermenileştirme operasyonundan bahsediyoruz. Aslında, tam olarak başarılı olduğu da söylenemez; kim bilir nerelerde kimler kaldı, unutuldu...

Bugün Beyrut sokaklarında binlerce Suriyeli çocuk var. Her yerdeler, her tür işi yapıyorlar; 1000 Lübnan lirası (0,67 Amerikan Doları) için yapmayacakları şey yok. Başka şehirlerde, Türkiye’de, Irak’ta, Ürdün’de de durum aynı. Demek ki, Halep’in Sebil semtindeki Ermeniler de bu duruma düşmüş, ilk geldiklerinde. Sebil o zaman şehrin dışındaydı, herhalde oradan dağılıyorlardı şehrin iktisadi merkezlerine. Çocuk almak isteyenler Sebil’e gidip “Satılık çocuk var mı?” diye sorarlarmış. Neyse ki o günlerde organ nakli mafyası yoktu. Bugün Lübnan’da o da varmış. Suriye Savaşı başladıktan sonra dünya organ piyasasının çok değiştiği söyleniyor. Fiyatlar düşüyormuş.

Geçen hafta, UNICEF’in Lübnan temsilciliği, uluslararası basına yönelik olarak, Lübnan’da gittikçe kötüleşen mülteci çocuklar sorununun ele alındığı, büyük bir basın toplantısı düzenledi. Sorun, akşama doğru Euronews’ta haber oldu. Dilenci çocuklarsa, bundan habersiz, ertesi sabah sokaktaki hayatlarına devam ettiler. NER’in yüz yıl önce yürüttüğü kampanyalar gibi, UNICEF’in bugünlerde yaptığı çalışmalar da, tabii ki, çocukların yaşadığı işkenceyi biraz olsun azaltıyor. Ellerinden geleni yapıyorlar. Ancak olan bir oldu mu olmuş oluyor, artık bu çocukları istediğiniz kadar toplayın, kamplar kurun, dil eğitiminden geçirin, ‘modernleştirin’; üç yıl boyunca hayatını dilenerek sürdürmüş bir çocuk, büyüdüğünde ancak ‘Çocukluğu Olmayan İnsanlar’dan biri olur. Halep’teki yetimhanelerde büyüyen Antranik Dzarukyan’ın kaleme aldığı, bu başlığı taşıyan kitabı okursak, bunun ne demek olduğunu anlayabiliriz.