VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Kesab forever

Kesab’da olan biteni herkes duymuş olmalı. Yaşananlar karşısında tabii ki yine iki farklı yaklaşım var; biri muhalefetin saldırısının Türkiye desteğiyle olduğunu savunuyor, diğeriyse saldırının nereden geldiğini umursamayıp, Suriye ordusunun başarısızlığını dile getiriyor. Diğer yandan, Suriye rejimi, Kesab’dan kaçan halkı teskin etmeye çalışıyor ve halk da yakın zamanda yerine yurduna döneceğine inanıyor. Muhalifler içinse bu bir zafer. Şam’da ve Halep’te önemli yenilgilere maruz kalan muhalifler, kuzey cephesini açarak, nihayet yeniden zaferler kazanmaya başladılar. Güney cephesiyle meşgul olan Suriye nizami ordusu Ürdün cephesinin ateşlenmesini beklerken kuzeyde açılan bu yeni ve sarsıcı cephe, bir-iki gün içinde kapanacak gibi görünmüyor.

Kesab, aşırı İslamcıların küçük Hıristiyan köylerini boşaltmaya yönelik siyasetinin ilk kurbanı değil. Türkiye sınırı yakınındaki Yakubi ve güneyde, kaçırılan rahibelerle meşhur olan Maalula da daha önce aynı kaderi paylaşmıştı. Bu listeye Kesab’ın da eklendiğini göz önünde bulundurursak, Hıristiyanları hedef alan bir komplodan söz etmemek çok güç. Bu Hıristiyanların Ermeni olduklarını düşündüğümüzde ise, tablo iyice kararıyor. Kesab küçük bir kasaba; Kesablıların çoğunun Ermeni olduğu bir sır değil. Muhalefetin bu saldırısı onlara mı yönelik? Neden Ermeniler? Rejim yanlısı oldukları için mi? Ermeniler rejim yanlısı olsalar ne olacak, olmasalar ne olacak? Rejimi Ermeniler mi koruyor?

Peki, Türkiye neden böyle bir operasyona destek versin? Ermenileri hedef almak için mi? Hani kardeş olmaya doğru yürüyorduk? Hani Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı defalarca Suriye Ermenilerinin yanında olduklarını vurgulamıştı? Eğer hedef Suriye nizami ordusuysa, operasyon için neden bir tek bu yol seçildi? Belki en uygun yol buydu, öyle olduğuna inanalım. Neden Kesab’ın kasaba merkezi bombalandı ve köy işgal edildi? Bunun iki olası açıklaması var: Bir; Türkiye muhaliflerin yaptıklarından habersiz, onlara destek veriyor. İki; Türkiye muhaliflerin ne yaptığını biliyor ve onları destekliyor. Türkiye’nin gözünde çok mu büyük bu kasaba? Boşatılması mı gerekiyordu? Sınırdaki küçük bir Ermeni köyü Türkiye’nin ulusal güvenliğini mi tehdit ediyordu?

Ancak mesele Türkiye’yi ve muhalifleri suçlamakla bitmiyor. Suriye savaşının başından beri bu günlerin geleceği, Halep’teki Ermeni semtlerinin ve ardından Kesab gibi yerleşim merkezlerinin hedef olacağı belliydi. Zaten göze çarpan yerler oldukları için kolayca hedef olacaklardı, peki neden hazırlanmadılar? Savaşın üzerinden bir yıl geçmişti ki Halep’te ilk bomba patladı ve Ermeniler hazırlıksız yakalandılar. Bir yıl sonra da hazırlıksızdılar. Bugün savaşın üçüncü yılı bitiyor; Ermeniler neden yine hazırlıksız yakalandılar? Neden yine sürpriz oldu? “1915’te de mi böyle olmuştu?” diye sormadan edemiyor insan. Savaş varken ya terk edeceksin, ya da savaşacaksın. Terk etmeyi tercih ettiysen pişman olmayacaksın, çünkü birileri karşı dağdan ateş ediyorsa, senin evini almak istiyor demektir.

Kesablılar kendi başlarına bir şey yapamazlardı elbette. Türkiye helikopterlerine karşı mı savaşacaklardı? Ama Ermenilere bir bütün olarak bakarsak, mesela Lübnan fazla uzak değil, Ermenistan da... Bütün Ermenistan Cumhuriyeti’ne, bütün Diaspora’ya, küçük Kesab’ı güvence altına almak için üç yıl yetmedi mi? Herhalde yetmedi. Nice tehcirlere o zaman! Hiç kimse İslamcıları ya da Türkiye’yi suçlamasın. Eski bir atasözü şöyle der: Kapını kilitli tut, komşunu hırsız tutma.

Artık olan oldu. Şimdi önemli olan, kimin ne yaptığından ya da ne yapmadığından öte, Kesablıların evlerine, köylerine dönmesi. Ermeniler en azından bunu güvence altına alabilmeliler. Türkiye devleti de bu sorun üzerine yoğunlaşmalı. Türkiye, resmi açıklamalarla ve fiilen, Kesab Ermenilerinin evlerine dönmesine karşı olmadığını ispatlamalı. Bu, Türkiye’nin Diaspora’yla ilişki kurması için iyi bir fırsat. Bugün Lazkiye’ye sığınmış olan Kesablılar için, geçen her dakika önemlidir. Yüz yıl geçse bile, dakikalar sayılmaya devam edecektir.