BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Şenlik de olabilirmiş meğer

Çok duygulandım, çok kıskandım, çok şaşırdım. Vay canına... Aslında 1 Mayıs’ta, şenlik de olabilirmiş meğer. O gün Berlin’deydim, gördüm. Hayret bir şekilde, kaplumbağa-kedi karışımı ben, kabuğumu-evimi geride bırakarak, bir gün öncesinden çıkıp gidivermiştim oralara. Ve de kendimi çok şanslı hissettim. İstanbul’un savaş ortamından uzakta olmak müthiş bir şeydi. Çocukluğumdan beri ilk kez bu günü bir bayram olarak yaşadım.

1 Mayıs günü Berlin sokaklarında ‘müdahale’ korkusu olmadan yürüdüm, dans ettim, şarkılar söyledim, çokça da ağladım. Bir yandan zıp zıp zıplarken, neşe içinde dans edenlere alkış tutar, hatta ayak uydururken, gözyaşlarına boğulmama hayretle bakanlara aldırmadan, salya sümük ağladım. Ah, zencisi beyazı, Çinlisi Japon’u, Türk’ü Alman’ı,Kürd’ü, genci yaşlısı çocuğu, el ele, hatta sarmaş dolaşken, polisler gülümseyen yüz ifadeleriyle, ara sokaklarda, kimseye karışmadan, yalnızca arabada beklerken, neler hissettiğimi nereden bileceklerdi?

Genelde kış soğuğu olmasına karşın, hava da pek güzeldi o gün, günlük güneşlik... Sokaklar, caddeler şen şenlik, her türlü yazı, pankart, bayrak, hatta slogan serbest. Duvarlarda harika grafitiler var, her biri sanat eseri niteliğinde, kimse kızıp hemen griye boyamamış. Türkler, Alman bayrağının ortasındaki kırmızıya bir ay-yıldız oturtmuşlar ki, birçok anlama çekilebilir, kimse kızmıyor. Kalabalık ve sıkışıklık klostrofobimi depreştirir, çekiniyorum karışmaya, boyum da pek selvi sayılmaz, hep aşağılarda kalıyorum. Sonra gözüm, anne babalarının elinden tutmuş, ya da bir elinde dondurma, diğerinde balon, milletin diz hizasında korkmadan yürüyen çocuklara ve sahipleriyle dolaşan minik ev köpeklerine ilişiyor, rahatlıyorum. Kimse kimseyi itiştirmiyor, herkes sakin. Aniden çömelsen, arkadan gelenler ikiye ayrılarak yürüyor, ezilmiyorsun. Öyle bir deneyim ki bu, eminim hayat boyu bir daha yaşayamam.

Bu serbesti içinde, İstanbul ne durumda acaba diye merak etmemek mümkün değil. Biz orada canıgönülden eğlenirken, buradaki savaş halinin haberi geliyor. Duyuyoruz ki, evimizin etrafı sisler bulvarına dönmüş, biber gazından göz gözü görmüyormuş, TOMA’lar sokak aralarını bile ilaçlı suyla göle çevirmişler. Polis-halk düşmanlığı had safhaya varmış. Buruluyor içimiz, elde değil, üzülüyoruz. Bir yandan İstanbul’daki yakınlarımızı dert ederken, bir yandan da bencilce “İyi ki orada değiliz” diyoruz; e, insanız tabii...

Polis amirinin, megafonla “Askeeer! Nişan aaal! Ateeeş!” der gibi “Eveeet! TOMAAA! Suluyorsuuun! TOMAAA! Bir kere suluyorsuuun! TOMAAA! Öne doğru suluyorsuuun!” diye komutlar yağdırarak savaşçılık oynadığını da duyduk. Gaz bombalarının evlerden içeri girdiğini de duyduk, bir polisin linç edilmekten zor kurtulduğunu da duyduk. Dünya küçük, teknoloji büyük, duyuluyor. Öf, yazdıkça sinirleniyorum valla. Geçen hafta “Yaban ellerden kıyaslama yaparım” demişim ve belki de dünyayı şaşırtacak bir mucize olur diye düşlemişim. Tabii ki mucize falan olmadı, kıyaslamak da hepten asap bozucu. Daha fazla yazmayayım bari.

Hadi biraz Berlin’den söz edeyim. Sık sık oraya buraya gidenler, göre göre birçok şeyi kanıksarlar tabii, ve de etraflarını böylesine incelemezler herhalde ama benim gibi kırk yılda bir alıştığı düzenin dışına çıkanlara, her farklı çevre destan yazdırır valla. Bir kere, şehir çok güzel, çok temiz, çok düzenli ve çok yeşil. Aaah hem de yemyeşil. En çok ona imrendim. Her yerde ağaç ve yeşillik var, her yerde. Her semtte de orman misali bir park var. Ağaçlar dev dev, belli ki kimse zırt pırt budayıp güdükleştirmiyor. Hele söğütler, şiir gibi; yerlere, sulara eğilmişler. Zaten şehrin ortasından nehir geçiyor. Günün her saatinde gönlünce yayılabilirsin kıyılarında.

Havası temiz, egzoz kokusu yok, gürültü yok, arabalar sessiz mi çalışıyor ne... Trafik asla tıkanmıyor, her yerde yaya geçidi var, kimse kural ihlal etmiyor. Trenler, otobüsler, metrolar, vızır vızır. Taksiler her yerde var ve boş boş gidip kimseyi almamak ya da gittiğin yeri beğenmemek diye bir şey yok. Süreleri belli, fiyatları belli, umduğundan fazla ödemek de yok, gideceğin yere geç kalmak da yok. Hemen hemen tüm şoförlerin Türk olması da bizim için büyük şans. Kendileri için de orada şoför olmak büyük şans tabii, eminim buradaki trafiğe bir gün bile dayanamazlar.

Eskiyi korumuşlar, yeni olan her şeyi eskiyle, zevklice hemhal etmişler. Oraya buraya anlamsızca dikilmiş gökdelenlerden eser yok. Vallahi, çok hayran oldum, çok imrendim ve de çok kıskandım. Güzelim İstanbul’um adına bir kez daha üzüldüm. Kıskandığım daha neler var da, onları inşallah haftaya anlatırım. Anlatmalıyım, içimden taşıyorlar.