VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Eurovison Sexo-Politique

Avrupa’da, kimileri için, uluslararası bir müzik yarışmasının hiçbir önemi yok, bazıları için ise bu bir var olma meselesi.Bir İngiltereli ya da Portekizli için, bu yarışma fazla bir önem taşımazken, Eurovision, Avrupa’ya yeni açılan ulusların görünür olup seslerini duyurabilecekleri sayılı podyumlardan biri. Yarışmaya katılan Kafkasya ve Doğu Avrupa ülkelerinin, seslerini Avrupa’nın batı tarafına duyurmak için yıl boyu bekledikleri bir fırsat. Ülkelerini temsil etmek için sıraya giren sanatçılar için de, bir prestij meselesi.

Eurovision’a nasıl katılmak gerektiği, ülkeyi nasıl temsil etmek gerektiği, uzun süre tartışılabilir. Şarkı İngilizce olarak mı yoksa yerel dilde mi söylensin? Ülkeyi kim, hangi imajla temsil etsin? Mesela bu yıl Ermenistan’ı temsil eden Aram MP3 (adının neden böyle olduğunu sormayın, kimse bilmiyor ve bu konuda yapılabilecek bütün espriler yapıldı), büyük tartışmaların ardından, İngilizce bir şarkıyla katıldı. Ermenistan Diaspora Bakanı Hranuş Hakopyan da, Avrupa ülkelerinden oy toplamak için, epey bir koşturdu.

Ancak Eurovision’un, şarkıların müzikal nitelik ve sanatsal seviyelerinin kıyaslandığı bir yarışma olduğu tartışılır. Eurovision, bir tür ‘modern olma’ savaşı. Doğu Avrupalıların, Batı Avrupalıların beğenisini kazanmak için verdikleri bir mücadele. Batılılar için ise, Doğululara, hâlâ onlardan üstün, onlardan güçlü olduklarını gösterdikleri, ya da yeni standartların sunumunu yaptıkları bir mecra. Yeni standartların ortaya konduğu, o yılın ‘modern’inin, siyaseten ve kültürel olarak nerede durulacağının aktarıldığı bir şov.

Komplo teorileriyle düşünecek olursak, bu yıl eşcinselliğin kazanmasını, Rusya’nın Kırım’ı almasına verilmiş bir karşılık olarak bile görebiliriz. Tabii, “Conchita eşcinsel olduğu için değil, iyi bir sanatçı olduğu için kazandı” denebilir. Olabilir. Ancak verilen mesaj o kadar güçlüydü ki, mesajın içeriği konusunda tartışma bile olmadı. Ortadoğu, Kafkasya, Batı Avrupa ve Avrasya’nın muhafazakârlarını bırakın, Almanya’daki ve Fransa’daki sanat ortamı bile karıştı.

Rusya ve Rusya’nın uydusu olan ülkeler eşcinselliği bir komplo olarak görüyor ve Batı’nın bu ülkelerde kendisi için güç merkezleri yaratmak istediğine inanıyor. Doğu’nun otoriter rejimlerine karşı kullanılabilecek her sosyal yapının, Batı’nın işine geldiği, bir sır değil. Diğer yandan, Rusya, Ermenistan ve benzer ülkeler, Batı’nın siyasi amaçlarını bahane ederek, muhafazakârlık üzerine kurulmuş olan sistemlerini korumak için, yalnızca eşcinselleri değil, bütün halkları korku içinde yaşatıyorlar.

Bu bağlamda ortaya çıkan tablo, aslında, eşcinsel bir sanatçının uluslararası bir müzik yarışmasını kazanmasından çok daha ötelere giden bir anlam taşıyor. Mesele eşcinsellere dair kanunlar, bu kanunların varsaydığı sosyal yapılar ve genel olarak aktivizmle ilgili. Mesele, bu aktivizm ve sosyal yapılar üzerinden, hangi toplumun, hangi yöne gideceği. Eşcinselliğin siyasileşmesine tanık oluyoruz. Üstelik, öyle parti siyaseti falan değil, uluslararası ilişkilerde önemli bir faktör olarak...

Bir de, elbette, muhafazakârlık, inanç, etnik ve ulusal kimlik üzerinden siyaset yapılması gibi, eşcinsellik üzerinden siyaset yapılması meselesi var. Burada sorun bireyin cinselliğinde değil, bu cinselliğin siyasallaşmasında. Banka sistemleri, finansal altyapı ve iktisadi düzenlemeler nasıl baskı unsuru olarak kullanılıyorsa, eşcinsellikle ilgili siyasal altyapı da, aynı şekilde, dışarıdan gelen bir modernleşme unsuru olarak sunuluyor.

Oysa en muhafazakâr, ve çekirdek aileyi bir birim olarak tanımlayan toplumlarda bile, eşcinsellik varlığını sürdürmenin bir yolunu bulmuştu. Bunu bilmek homofobik olmak değil, aksine, eşcinselliğin hayatın en normal, en ‘anaakım’ olguları arasında olduğunu varsaymaktır. Yine de, sonuç olarak, bunların hiçbiri Conchita’yla ilgili değil. Önemli olan, sanatın siyasi bir amacı olmaması. Bunu 1915’te Taniyel Varujan ve arkadaşları da savunuyordu.