OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Yozdil’lerle ibrikçiler arasında

Başbakan’a ve onu her şartta savunmayı kariyerlerinin ve beka kaygılarının merkezine yerleştirmiş yazarlara karşı, bu cenahın ‘laikler’ diye tanımladığı kesimden kimilerinin kullandığı dil gerçekten de nefret diye tanımlanabilecek boyuta ulaşabiliyor. İlk önce bir açıklama yapalım. Herhangi tek bir kişiye karşı nefret ifadeleri kullanmak, nefret söylemi olarak tanımlanamaz; ayıp olabilir, hatta ifadenin biçimine göre hakaret de olabilir ama nefret söylemi olamaz. Yeter ki bu nefret ifadeleri, o kişinin herhangi bir kollektif kimliği veya mensup olduğu bir kültür grubu üzerinden kurulmuş olmasın. 

Peki, Başbakan’dan ve onun etrafına kümelenen yazar-muhafızlardan neden bu kadar nefret ediliyor? (Tabii bir de “kefene girecek kadar sevenler” var ama onlar bu yazının konusu değil.) Muhafızlara kalırsa bunun tek sebebi var o da Beyaz Türklerin/laiklerin Başbakan’ın temsil ettiği dindar/muhafazakâr kesime duydukları kategorik sınıfsal nefret. Bu ‘laikler’, Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri kurdukları siyasi ve sosyal hâkimiyetin, hep aşağılayageldikleri insanlar tarafından yıkılmasını hazmedemiyorlar ve onun için yalana ve manipülasyona da başvurarak Başbakan’a olan nefretlerini ortaya döküyorlar. Bu tespitlerin hepten yanlış olduğu söylenemez. Nitekim Sözcü’giller, Yozdil’ler sık sık bunu doğruluyorlar. Ama işte bu noktada ibrikçi muhafızlar, el çabukluğu marifet, Başbakan’ın dediklerine ve yaptıklarına -evet bazen nefret kelimeleri de kullanarak- itiraz eden bütün herkesi Sözcü’giller torbasına sokmaya çalışıyorlar. Eğer bu kişilerin geçmişlerinde, türban yasağına veya Kemalist düzenin diğer baskılarına karşı mücadelede gibi bu torbaya girmelerini engelleyecek eylemleri varsa, orada da hemen ‘fabrika ayarları’ lafı imdada yetişiyor. Yani bu insanlar, aslında takiye yapıyorlardı veya içlerindeki Yozdil’in kendileri de farkında değildi; dindarların iktidarı onların üzerinde ‘dolunay’ etkisi yaptığı için şimdi özlerine dönüyorlar. Yozdil virüsü, onların bedenini ele geçiriyor ama muhafızların geçmişi de ‘laik’ olmasına rağmen onlar hakikatin şerbetini içtikleri için virüse karşı efsunlular.

Onların çizdikleri resimde Başbakan, nefret cümlelerinin ‘zavallı pasif’ mağduru; sadece geçmişinden ve mensubu olduğu kültürden dolayı hedef konumunda. Yani dediklerinde, yaptıklarında, hal ve tavrında herhangi bir sorun veya bu nefreti körükleyecek, hatta kendinden kategorik olarak, yani ‘baştan beri’ nefret etmeyenlerde dahi nefret uyandıracak hiçbir unsur yok aslında. Başbakan’a eleştiri getirecekleri zaman ise elleri titriyor, bir şey diyorlar mı demiyorlar mı belli değil; ya da onun dediklerine ve yaptıklarına geçerli nedenler bulmaya çalışıyorlar. Başbakan’ın muarızları sert hatta diyelim ki ölçüsüz sözler söyledikleri zaman ‘şımarık’ oluyorlar, ‘analiz yapmayı bilmeyen’ oluyorlar, “hezeyan içinde” oluyorlar ama Başbakan yerli yabancı demeden önüne gelen kişi ve kuruma nefret dolu hakaretler ederken, onları aşağılar ve aşağılatırken ‘sağlam duruyor’ oluyor, ‘kendini savunuyor’ oluyor, ‘adam ne güzel siyaset yapıyor canım’ oluyor. Benim nazarımda, köşe yazarlarının, kanaat önderlerinin, anlama, anlatma, analiz sorumlulukları olduğu kadar, yanlış bulduklarına net tepkiler gösterme sorumluluğu da vardır, yanlış ister iktidardan, ister muhalafetten kaynaklansın, fark etmez. Dolayısıyla, evet AKP’yi yükselten sosyolojiyi ve tarihi, AKP tabanını, ‘laikleri’ konuşalım tabii ama bunlar konusunda söyleyeceğimiz herhangi bir şey, yapacağımız herhangi bir analiz Başbakan’ın laflarını ve icraatlarını daha yenilir yutulur yapmadığı gibi, ikincil hale de getirmez; çünkü biz ne kadar Başbakan’a takılmayalım desek de o hem siyasi ortamı, hem düşünce ortamını zehirlemeye devam ediyor. Bakın, üç-dört sene evvel paralel düşünenler, bugün rahatlıkla birbirlerinin gırtlağını sıkacak duruma geldiler (Mecazi manada kullanmadım, gerçekten sıkarlar) ve bu noktaya gelinmesinde Başbakan’ın rolü çok büyük.   

Tabii kimi muhafızların yazılarındaki genel kibirli hava, hatta kimi zaman küstahlığa varan alaycılık da tepkileri arttıran başka bir etken. Bu kişiler öyle yazıyor ve konuşuyorlar ki duyan da memlekette Kemalizmin, Cumhuriyet’in sebep olduğu haksızlık ve çarpıklıkların eleştirisi kendileriyle başladı; onlardan evvel biz ‘cahiliye’ devrindeydik. Daha dün ‘hocam’ diye peşinden seyirttikleri adamların bugün ‘yetersizliklerinden’ bahsedip, onlara Türkiye tarihi ve sosyolojisi dersi vermeye kalkıyorlar. Yanlış anlaşılmasın, tabii ki ‘hocalar’ da yanılır, eleştirilir ama asıl mesele bu nasıl bir tavırla yaptığınız. Milliyetçilik literatürünün malumudur, geç kalmış milliyetçilikler arayı kapatma telaşıyla daha saldırgan olurlar. Anlaşılan geç kalan entellektüellik de benzer bir etki yapıyor.

Yolumuz ne Yozdil’lerin, ne de ibrikçilerin yolu.