KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Fular, poşi, sıradan anomali

Hayatta anlamı yitirmekten beter bir şey olmasa gerek. Bir de anomali süreklilik olarak dayatıldığında; senden akla mantığa, izana ve vicdana aykırı her şeyi sıradanmış gibi kabullenmen istendiğinde, akıl telinin üzerinde tehlikeli bir dans başlar. Bir bakarsın, günlük hayatın alelade nesneleri, inanılmaz simgesel anlamlar kuşanmış. Tek tek ifşa ederek kökünden sökersin anlamsızlığı.

Antalya’da Gezi Parkı eylemleri ve protesto gösterilerine katılan ve taktığı kırmızı fuların sosyalizmi temsil etmesi de gerekçe gösterilerek tutuklanıp 98 yıl hapis cezası istemiyle yargılanan 21 yaşındaki Ayşe Deniz Karacagil, 4 ay 6 gün sonra tahliye olmuştu. Karacagil, bahsettiğim bu sıradan anomaliye isyan ederek, geçtiğimiz günlerde Rojava'ya gitmek üzere PKK’ye katılarak dağa çıktı.

Karacagil’in annesi Nuray Erçağan'ın sözleri yaşatılanların özetiydi: “Türkiye benim evladımı kaybetti. İnsanlar artık adaletin kalmadığı bu ülkede kendi adaletini kendileri yaratmak istiyor. Kızımın hayatından, yaşayacağı zorluklardan kuşku duysam da, Ali İsmail Korkmaz’ın sadece yürüyüş hakkını kullandığı için devlet eliyle öldürüldüğü bir ülkede Deniz her nerede olursa olsun onun için korkarım. Deniz hangi kararı vermiş olursa olsun kızımın arkasındayım.”

O kararda yaşanan haksızlıkların ve kesişen yolların payı büyük. Bir de Karacagil’in avukatı Hakan Evcin'in hiçbir disiplin cezası almaksızın Alanya’ya sürülen ve burada PKKli kadınlarla birlikte kalan müvekkili için sarf ettiği sözlere bakalım: “Deniz bu esnada koğuşta Kürtçe öğrendi, onlarla dertleşti ve en sonunda da isyan etti.”

Barış topyekûn bir şey. Genç bir kadına, kendisine dayatılan düzen ile Kürt halkının mücadelesi arasında bağ kurduran devlet zulmü, barış önündeki en büyük engel olmaya devam ediyor. İnsanı hırsından ağlatan bir başka örnekte, Bingöl'de 15 Mayıs 2011'de 1 polisin yaralandığı silahlı saldırıya katıldığı iddiasıyla yargılanan lise öğrencisi Gülsüm Koç'un, gizli tanık ifadesiyle çarptırıldığı müebbet hapis cezasının Yargıtay tarafından onanması var. Orada da anne Derdiye Koç'un sesini duyuyoruz: 'Defalarca evime baskın oldu. 3 yıl kızımı takip ederek psikolojisini bozdular. Yine pes etmeyerek okuluna devam etti. Evin etrafı polis ve jandarma doldu. Kahvaltı yapıyorduk, içeri girip, alıp, götürdüler. Gidiş o gidiş. Bingöl'den Mardin'e, oradan Siirt'e sürgün ettiler. Ellerini vicdanlarına koysunlar. Onlar da evlat sahibidir. Ben kendimi kaybettim.'

Tek bir bireyin sebep olabileceği devasa değişiklikler öylesine inanılmaz ki iktidar denen aygıt, dünyanın her yerinde performansını bireyi tenhada kıstırmak üzerine inşa etmiş

durumda. Bu devlet refleksinden büyük ölçüde nasiplenen Türkiye'de kırmızı fular ve gizli tanık rezaletlerinin bir benzeri de 'poşu davası'dır. Kâğıthane’de bir markete molotof attığı suçlamasıyla yargılanan 22 yaşındaki Galatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümü öğrencisi Cihan Kırmızıgül de 5 ay tutuklu kalmış, 2012 yılı Mayıs ayında da 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Kırmızıgül'ün suçu boynunda poşuyla durakta beklemekten ibaretti. Aynı gün o bölgede bir markete molotof atılınca, zanlı olarak gözaltına alınan Cihan için polis, davada ifade verirken molotof atan kişinin o olup olmadığından emin olmadıklarını söyledi. Ama bir kez tezgâh kurulmuş, çark dönmüştü.

Şimdi elimizdeki kırmızı fular ile poşuya ve hayatımızın saçmalığına bir kez daha bakalım. Gençlerden ve çocuklardan çalınan hayat, çok sıkı sağlamadır. “Devlet dersinde öldürülen çocukların” ülkesinde kimselerin hayatı sıradan ve normal devam edemez. O kırmızı fular ve poşu gelir boynumuzu sıkar. Mücadele bu yüzden var.