NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

Safiye... Ahh Safiye

Jazz’ın benim gözümde kıraliçesi, divası, ilahesi, ecesi Billie Holiday’se, bizim müzikte eşdeğeri Safiye Ayla’dır.

Öbür türlü söyleyelim: Benim gönlümde klasik “Türk” müziğinde Safiye Ayla ne ise, jazz’da Billie Holiday odur.

İkisinin de çok iyi icra etmedikleri tek bir şarkıya, parçaya ben rastlamadım.

Ve Bille Holiday’e değil ama, Safiye Ayla’ya rastladım. Rastgeldim. Şöyle söyleyeyim, talihim rastgeldi, onu tanıdım.

1990’ların ortaları, ’93-95, o yıllar. Etiler’de Yıldızçiçeği Sokak’ta oturuyoruz. Bu sokak Etiler’in o bilinen münzevi sokaklarından biri. Ana caddenin iki sokak berisinde, Hasan Ali Yücel İlkokulu’nun hemen arkasında, çocuk çığlıkları ile kuş sesleri arasında uzanan, yazları ve haftasonları şamatanın kuşlara bırakıldığı, kentin ne tam viçinde ne de büsbütün dışında olan, o bulunmaz mekanlardan biri...

Burada mutlu mesut yaşarken, bizim evin iki ev altında bir binaya günün birinde bir -gece kulübü mü demeli, bar mı, pavyon mu, müzikhol mü, bilmem- bir şey, birileri geldi yerleşti. Onlar geldi, bizim sokağın tadı tuzu, sükuneti huzuru kaçtı gitti. Gecenin ileri saatlerine, sabahlara kadar otomobil kornaları, “Ford’u değil olum, Mercedes’i getir” bağırtıları, binadan bırakın sokağı, tüm mahalleye yayılan dayanılmaz bir müzik...

Derken, sokağa giriş çıkışları da kontrol etmeye başladılar. Sokak yaşanmaz oldu.

Annem 90-92 yaşında, kalbi var, odası sokağın üstünde. Biz çalışıyoruz, gece uyumak, dinlenmek mümkün değil.

Sokak halkı, Muharrem Bey, Altuğ Bey, Dr Hasan Bey, biz, bir araya geldik, konuşup çare aramak için. Dilekçeler verdik, her gece karakola telefonlarla ihbarlarda bulunduk, hiç bir işe yaramadı.

O sokakta oturmayanlar memnun... Güneri Civaoğlu Fly Inn adını taşıyan o mekânı pek beğenmiş. Tarhan Erdem de gitmiş, ben şikayet edince sevgili dostum kıpkırmızı kesilerek her zamanki dürüstlüğüyle, “Yahu Nazar Bey, benim de suçum var o işte, bizim Vedat Dalokay’ın oğlu oranın sahibi, beni davet etti, gittim, gerçekten hoşuma gitti orası, hiç düşünmedim burada oturanların rahatsızlığını...” diyor.

Malum, iş başa gelmeyince...

Meğer bu mekânı açan Hakan Dalokay, bir zamanlar Ankara’da belediye başkanlığı eden Vedat Dalokay’ın oğlu, zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den icazetliymiş. Cumhurbaşkanı, “Bu çocuk bizim Dalokay’ın yadigârı, ona göz-kulak olun,” diyesiymiş. O nedenle ne belediye, ne karakol birşey yapabiliyormuş... Malum, memleket devletlilerin tapulu malı, halk da reaya, ister öldürür ister ondurur.

Yollara düştük. Hazırladığımız bez dövizler, pankartlarla, oturma eylemleri, karakol gösterileri...

Sokağımızın sakinlerinden biri de Safiye Ayla. Safiye Hanım bütün eylemlere katılıyor. Sokaklarda elele tutuşup yürüyor, karakollara, belediyelere birlikte gidiyoruz. Kendisi de bizim gibi mağdurlardan ya, o hengamede başka birşey gelmiyor aklıma, aklımıza.Oysa koskoca bir Safiye Ayla el ele yürüdüğümüz. Azıcık uyansan ya a Nazar, biraz aklın başına gelse, uyansan, aklını başına toplasan da o âşık olduğun Safiye Ayla ile ahbap da olsan ya...

Nerde bende o ‘presence of mind’, o akıl, o feraset...

Hayatım boyunca sayısız değil pişmanlıklarım. Ama bu onlardan biri.

İki yıl sürdü bu mücadele. İki koca yıl sürdü Fly Inn’in Fly Out olması... (Berbat espri.)

Safiye Ayla eskiden, 1970’lere doğru, şarkıları, sesi dışında bir kez daha gündemimize saygı uyandırarak oturmuştu. Kulağımıza gelen oydu ki, Safiye Hanım Türkiye İşçi Partisi’ne bağışlamak istiyordu varını yoğunu... Nasıl hayretler içinde kalmış, ona hayranlığımız nasıl katlanmış, derinleşmişti.

Safiye Ayla bizim müziğimizde eşi menendi olmayan bir icracıydı. Onun şarkı “okuması” çok kendine özgüydü. Onu ta taş plak devrinden dinlerseniz nasıl çağsız, devirsiz, dönemsiz, ölümsüz olduğunu duyar, anlarsınız. O devrin en önde gelen icracıları, ne Münir Nurettin, ne Hamiyet Yüceses, ne sonradan Zeki Müren, hiç biri onun gibi değildir. Bunların tümü, hele Münir Nurettin de başka, bambaşkadır; ama benim gönlümde Safiye... Ah Safiye’dir. Hep. Her zaman.

Menekşelendi sular, sular menekşelendi

Esmer gözlü akşamı dinledim yine sensiz

Leylak pırıltılarla bahçeler gölgelendi

İnledi yine bülbül, olmazmış gül dikensiz

Bu şarkıyı, Menekşelendi Sular şarkısını bir taş plak kaydında dinleyin, bir de daha sonraki bir kayıtta. İki Safiye Ayla’yı, 1940’ların “Safiye”sini, 1960’ların “Safiye”sini... Yarabbi, hangisini seçmeli, hangisini dinlemeli, diye bir çıkmaz soruya saplanıp kalırsınız.

Taş plakta Sarı Kurdelem’i, Çile Bülbülüm’ü, Nasibin Mehmet Bey’in Âşıkından Sen Nasıl Bıktın’ını dinleyin; bulabilirseniz bu şarkının bir eski kaydına, bir de sonrakine kulak verin, sizden ‘bıkan’ bir sevgiliniz varsa, olmuşsa, koca bir kaya gelir iman tahtanıza oturur, ama bir yandan da bir keyif ve zevkten esrime yolculuğuna çıkarsınız:

Bu sözler ilk kayıtta karşınıza şu telaffuzla çıkar:

Aşıkından sen nasıl bıkdın, neden, neden etdin telaş?

Sızlayor kalbim, kalbim, gözümden dinmeyor bir lahza yaş.

Durmayor hiç ıztırabım bağrıma bassam da taş,

Sızlayor kalbim, kalbim, gözümden dinmeyor bir lahza yaş.

Eski İstanbul ağzının esrarıyla bir kez daha mest olursunuz.

Devamla, onun sesinden bila saz Yarin Bu Kadar Cevri Gelir miydi Hayale şarkısını duyun. Gelin beriye, erken yitirdiğimiz can dostum Aydın Emeç’in dilinden düşmeyen Yorgo Bacanos’un Sevdası Henüz Sinede Göynüm Gibi Sağdı’sı ile Hala Kanayan Kalbimi Aşk Ateşi Dağlar’ını, Hala Yaşıyor Kalbimin En Gizli Yerinde’sini, Menekşelendi Sular’ın da bestecisi Sadettin Kaynak’ın Gönlüm Özledikçe’sini, Mehtaba Bürünmüş Gece’yi, Sen de mi Hala Esir-i Zülf-i Yar Olmaktasın’ı, Ne Bahar Kaldı Ne Gül Ne de Bülbül Sesi Var’ı, Artaki Candan’ın Bağlandı Gönül Bir Güzele Bağlar İçinde’sini, Marko Çolakoğlu’nun Akşam Dönüşü Geçtim O Esrarlı Bağından’ını, kendi bestesi Ah Bu Gönül Şarkıları’nı... hangi birini saymalı?

Nesi farklı? Yalnız billur bir kaynaktan şırıl şırıl akan sesi, hançeresi, o bulunmaz, doğuştan olan müziği-muhtevayı hissedişi, hissettirişi mi?  Bunların hepsi elbet. Ama asıl, eksilmeyen, onu hiç terketmeyen duende’si, neyi, hangi şarkıyı okusa ona bütün kalbini, ruhunu vermesi, bunu sizin hissetmeniz.

Dedim ya, Safiye... Ahh Safiye.