VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Eski ve yeni(lenmeyen) Ortadoğu

“Biz İsraillilerin daha insancıl olduklarını sanırdık, daha merhametli olacaklarını düşünürdük, Esad gibi olacaklarını nereden bilecektik?” dedi bir Lübnanlı İslamolog. Gülümsüyordu, belki sorusundaki ironiyi kendisi de fark etmişti. Esad ya da Netanyahu, ne fark eder ki? Halife ya da Ayetullah olsa ne fark edecek?

Ortadoğu’nun ölüm makinesi yine iş başında. “Yeni Ortadoğu doğuyor” diyor uzmanlar. Yenisi de eskisi gibi kan ve kemik üzerine kurulacaksa, hiçbir işe yaramayacak. ‘Yeni’ dedikleri her şey yepyeni olsa da, değişimin en çok gerektiği yerlerde hiç yenileşme olmuyor. Mesela İsrail meselesi hiç değişmiyor. Diktatörlük faciası bütün gücüyle, olduğu gibi duruyor. Tamam, yeni devletler kuruluyor; yeni ekonomiler ortaya çıkacak, yepyeni bir toplum, yeni düşünceler oluşacak, ama Mübarek gitti, Mursi ya da Sisi geldi. Suriye’de zaten bir şey değişmeyecek, değişirse daha da kötü olacak. Irak diktatörlük sisteminden çıkıp, Lübnanlaşma sürecine girdi. Tüm bunlar olurken, insanların yakın geçmişi unutup kardeşçe yaşamaları pek gerçekçi bir beklenti değil ama, şimdiki durumla karşılaştırınca ‘kardeşçe’ intibaı veren ortam da unutuldu. İslamolog profesörün söylediklerinden yola çıkarak, herkesin herkese eşit şekilde düşman olduğunu görebiliriz. Yoksa, İsrail Gazze’yi vurarak “Ne değişirse değişsin, ben değişmem” mesajı mı veriyor? Ya da “Madem her şey değişiyor, biz de Hamas’ı yok edelim” gibi bir parlak fikre mi vardılar?

Acı artık acıtmıyorsa, ortada bir sorun var demektir. Arthur Nersesian’ın ‘The Fuck Up’ adı kitabındaki karakter gibi, sokakta kalıp yoksulluğun en uç noktasını yaşadıktan, aç kaldıktan sonra, artık acı hissetmiyor insanoğlu. Biraz kendi hatalarıyla, biraz da şanssızlık sonucunda böyle bir duruma düşenler, “Kader sadisttir” der.

Bu yenilenen ve yenilenmeyen ortamda gittikçe yoksullaşan insanlar, acıyı artık hissetmiyor ve butün bu acılardan kaçmayı tercih ediyorlar. Iraklılar Ürdün üzerinden Amerika’ya göç etme yolunu çoktan tutmuşlardı; şimdi başvurular çoğalmış. Savaştan sonraki sakin dönemde öyle ya da böyle bir hayat inşa etmeye çalışanlar bile, şimdi Ürdün’e geçip oradan Amerika’ya gitmek istiyorlar. Aslında Ortadoğu halkları sokakta kalmış durumda. Her kapıyı çalıp sadaka istemek durumundalar; gökten bir mucize bekleyerek yaşamaktalar. Bir gün bir tren istasyonunda uyuyorlar, bir gün bir binanın basamaklarında, ama evleri yok, yerleri yok. Yersiz kalmak, en büyük facia değil mi? Evleri yıkılanlar bir yanda, her gün evlerinin yıkılmasını bekleyenler bir yanda... ‘Yenilenmeyenler’e bunu da ekleyelim ki eksik kalmasın. Bu topraklarda evi olan herkes bir gün çekip gitti, kovuldu veya öldürüldü. Musul’daki Hıristiyanların, evlerinden çıkarılması konuşuluyor bugünlerde. Bakalım sıra kimde...

Dubai aktarmalı Beyrut-Yerevan uçağının kalkmasına yirmi dakika kala, havaalanında arka arkaya anonslar yapılıyordu, “Sarkisyan ve Sunbulyan ailelerinden derhal kontrole doğru ilerlemeleri gerekiyor.” Sonra uçak havalandı, ve bu iki aile, Halep’ten gelemedikleri için uçağı kaçırdı.

Bu bir ‘kaçarken bile kaçamama’ durumuydu. Zaten Halep’te yedi-sekiz bin Ermeni kalmış, kalanlar da ne zaman gideceklerini konuşuyorlar. 2011 öncesinde, Halep’in Ermeni nüfusu 40 bine yakındı. Şimdi, her Beyrut-Yerevan uçağının yarısı Haleplilerle dolu. Ama işte, şans her zaman yüze gülmüyor. Bazen, Halep’ten yola çıkanlar Beyrut’a ancak 24 saat sonra ulaşıyorlar, bazıları Yerevan uçağını kaçırıyorlar. Bu da eskimeyen ve yenilenmeyen durumlardan biri. Hep göç yolunu tutmuş insanlar... Kim bilir Musul Hıristiyanları nereye gidecekler, hangi hava şirketinin ceplerini dolduracaklar... Kim bilir hangi uçağa ulaşmayacaklar, adları havaalanında anonslarla tekrarlanıp duracak, kimse umursamayacak, ve uçak onları bırakıp gidecek...

Ermenicede kullanılan bir deyim vardır; dinleyeni olmayan söze “tsayn parparo anabadi”, yani ‘çöle konuşan ses’ denir.