BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Altyapısız üstyapılar

Bu altyapısız üstyapılar sonunda bitirecek İstanbul’u. Az kaldı. Yok yok, sebep o değil… Bu kez yağmur duasının dozu biraz fazla kaçtı galiba yoksa neden her yanı sel bassın ki? “Bu kadar ağaç kesip beton dikmeyin kuraklık olacak” diyenlere karşılık “Biz dua ederiz Allah yağdırır” dedilerdi ya birileri, yağıyor işte arada. Ama demek ki dozu duayla ayarlanamıyor. Vah vah… Güzelim yer altı geçitleri mahvoldu. Oysa ne kadar da işlevseldi, gerekliydi her biri, trafik sorunu çorap söküğü gibi çözüldüydü. Ne olacak şimdi?

Bundan sonra sık sık böyle beklenmedik yağmur boşalmaları olacakmış diyorlar. Ne de olsa artık tropik iklimden hallice oldu iklimimiz. Yarım saat faş diye yağmur, akabinde kavur kavur güneş… Acaba o alt geçitleri sarnıç mı yapsalar? Yoksa ziyan olacaklar, o kadar da masraf edildi, hem de bizim paramızla. Böylece yağan yağmurlar da ziyan olmaz, nasılsa hiçbir yerde birikemiyorlar. Caddelerde sokaklarda süs diye duran rögar, mazgal gibi şeyler hiçbir suyu içeri almıyorlar nedense… Beyoğlu bir anda Venedik gibi oldu. Bizim oralar öyleydi. Çağlayan yokuşu gerçekten çağlayan gibiymiş, e adı üstünde, demek oralarda eskiden sular çağlarmış. Kanalizasyonlarının nereye bağlandığı belli değil gökdelenler dikmek yetmez gibi ne diye bir de diplerini oyarsın? Yok ama yağmur çok güçlüydü. “Biz böyle şey görmedik” diyorlar. Ne yani? Eskiden hiç günlerce süren sağanaklar olmaz mıydı?

Ay Alibeyköy’de bir caddenin rögarlarından faşır faşır köpük fışkırmış duydunuz mu? Har taraf köpürtülmüş banyo küvetine dönmüş bir anda. Oralılar alışmışlar haftada birkaç kez olurmuş. İnanılır gibi değil. Sözde o köpükler analize gitmişmiş ama sonucundan söz eden yok daha. Merak edip baktım sağa sola hiç ses yok. Unutmayın, Swissotel yapılırken Dolmabahçe Sarayı’nın altındaki bütün kanalları tıkadılar ya… İşte; altyapısız üstyapı… Koskoca saray dipten dipten çürüyormuş, Çırağan da topun ağzındaymış, ne olur? Gittiği kadar gitsin, çürürse yıkar baştan yaparız. Dostlar alışverişte görsün, otele turist gelsin. Ama oralar buram buram kanalizasyon kokuyormuş, koksun, otele kadar ulaşmıyor nasılsa. Ayrıca o sarayların aynısını da yaparız nasılsa.

Şehircilik anlayışımız da siyasetimize benziyor bence. Altyapı yok, üstyapı var. Vaat var sonuç meçhul. Fiyaskolara türlü çeşit örtbas var. Bir de iflah olmaz keçiboynuzu zaafı… Eh seçime geri sayım başladı, şapkaları önümüze koyma zamanı. Vaatlere, çığırtkanlıklara, madrabaz pazarlıklarına, birbirini kötülemelere, edilen hakaretlere kulak asmadan, bin düşünüp bir karar vermeli. Aman, ne yaptım ben? Bir süre siyaset lafı etmeme kararı almıştım kendimce. Boşuna sinirlerim geriliyor, ters bir laf edip zülf-i yare dokunacağım diye kasılıp duruyorum. Oysa içimden geçmiyor da değil ‘Monşer’li ‘Kasımpaşalı’lı kıyaslamalar yaparak, ‘ekme’li, ‘ekmek’li tekerlemelerle kara mizaha sarmak... Hep böyle oluyor işte, okuyucuyu gülümsetecek şeyler yazmak hevesiyle oturuyorum, bir anda parmaklarım aykırı tuşlara gidiyor. Neyse, bu kez birkaç satırla zapt ettim.

Başlarken kafamda sırf ormanlar vardı aslında ve de iklime takla attırma pahasına yok edilen ağaçlar. Seviyorum, biliyorsunuz. Gerçi gelecek susuzluk tehlikesini hiçe sayarak, üçüncü köprü ve hava alanı için nice göletin kurutulması epey bir sorumsuzluk ama bu arada Belgrat Ormanı da elden gidiyormuş. Üçüncü köprüye bağlanan yol şak diye ortasından geçiyor. Ağaçlar çaktırmadan seyreliyor. Bir dolu boş alan oluşmaya başladı. Hemen köprü ayağına yakın, o malum yeni belde için yok edilenleri saymıyorum bile. Vaktinde ta Mecidiyeköy’e kadar uzanan koskoca orman, geri itile itile bulunduğu yere kadar geldi. Sonra orasına burasına, şehre yakın ama doğanın içinde olmak isteyen zenginlere villalar yapıldı. Yeni beldeler oluşturuldu ve de artık park olacakmış. Nokta. Koca şehre, birkaç park yeter. Bu arada çaktırmadan yok sayılan arkeolojik buluntuları saymıyorum. Benim derdim ağaçlar.

Biraz araştırınca, ormanlarla ilgili şöyle bilgiler çıkıyor: Ormanlar, yazın ısıyı 5-8 derece düşürür, kışın 1-3 derece yükseltir, nemi sabit tutar. Bir hektar ladin ormanı; 32, kayın ormanı; 68, çam ormanı; 40 ton toz emer. Yapraklı ağaçlardan oluşan bir bölgede; 50 kuş türü yaşar. 25 metrelik bir kayın ağacı; saatte 1,5 kilo oksijen üretir. 100 yaşındaki bir kayın; saatte 40 kişinin çıkardığı karbondioksiti yok eder ve yılda 30.000 lt. su çekerek erozyonu önler. Nasıl?

Üstelik bunlar yüzeysel bilgiler… Deştikçe daha neler çıkar kim bilir. Varın siz düşünün artık iklimimizin neden bu hale geldiğini. Bu arada Sayın Erdoğan’ın “Mutlaka yapacağım” dediği doğanın dengesini hepten tersyüz edecek ‘çılgın kanal’ projesini de kafanızın bir köşesine not ediverin. Sağduyu sizin.