KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

‘Devlet adamı’ deyince

Her dönem devlet dilinin ne mene bir şey olduğunu anımsamak üzere bakabileceğiniz belli koordinatlar var. Bugünün Meclis Başkanı Cemil Çiçek, o koordinatların başında geliyor. Devlet resmi söyleminin cisimleşmiş hali sayılan Çiçek, bu özelliğiyle partiler ve dönemler üstü bir konumda.

Çiçek’i bu hafta Almanya Federal Meclisi Başkanı Lammert’e gönderdiği mektup üzerinden bir kez daha anımsama fırsatımız oldu. Meclis Başkanı, Lammert’in, 3 Temmuz’da Federal Meclis'te düzenlenen ‘Birinci Dünya Savaşı'nın 100. Yılı’ başlıklı anma etkinliğinde, “Ermenilerin sürülmesi ve yok edilmesiyle birlikte, deportasyonun ve kitlesel cinayetin bir savaş aracı haline geldiğini” ifade etmesi üzerine bir mektup yazma ihtiyacı hissetmiş. Mektubun ana fikri şu alıntıyla özetlenebilir: “Üzülerek belirtmek isterim ki söz konusu ifadeleriniz, Birinci Dünya Savaşı'nın zorlu şartları altında, askeri bir gereklilik olarak gerçekleştirilen 1915 tehcirini haksız bir şekilde itham etmektedir. Savaş koşullarının dayatmasıyla gerçekleştirilen bu tedbir kapsamında, Osmanlı Devleti'nin o dönemde cephe gerisinde yaşayan Ermeni vatandaşları, yine bir Osmanlı toprağı olan Suriye'ye tenkil (relocation) edilmişlerdir. Bu yönüyle tehcir, ne bir deportasyon ne de bir kitlesel cinayettir. Güvenlik amaçlı bu tedbirin uygulanmasında, o günün koşullarından kaynaklanan zorluklar nedeniyle çok sayıda Osmanlı vatandaşı Ermeni hayatını kaybetmiştir. Tehcirin bir askeri gereklilik olduğu hususunun, Birinci Dünya Savaşı'nda silah arkadaşlığı yaptığımız Almanya tarafından çok iyi bilindiği kanaatindeyim.”

Almanya’nın neyi bilip bilmediği, Almanya Parlamentosu'nun 16 Haziran 2005’te Ermeni Soykırımı yasa tasarısını kabul etmesiyle sabit. Dahası, Almanya bu tasarıda, Türkiye Cumhuriyeti'nden Osmanlı İmparatorluğu döneminde Hıristiyan Ermenilere uygulanan katliamın tarihi sorumluluğunu üstlenmesini isterken, kendi oynadığı tarihi rol için de bir sorgulama süreci başlattı.

Aynı dönemde Balkanlar’da milyonlarca Müslüman’ın zorunlu göçe maruz kaldığını anımsatan Çiçek, “Geçmişte yaşanan bu acılar arasında sıralama yapmak, bazılarının acılarını öne çıkartırken diğerlerinin acılarını görmezden gelmek, tüm bu savaşlarda hayatlarını kaybedenler için de haksızlık olacaktır” ifadesini kullanıyor. Bunu, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, 2010’da ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin Ermeni Soykırımı tasarısının kabul edilmesi üzerine, “1915 Ermeniler için tehcir, bizim için Çanakkale'dir” ifadesiyle yaptığı kıyaslamanın yanı başına yerleştirmek yeterli olacak.

Sadece Doğu’da değil, Anadolu’nun her yerinde, kendi vatandaşı olan kadınları, çocukları, yaşlıları aç susuz, çöl yollarında ölüme yollayan, üzerlerine çeteler salan, mallarına mülklerine el koyan, erkeklerini, aydınlarını topluca katleden bir devleti, askerî gereklilik bahanesiyle aklamaya çalışma gayreti anlaşılır şey değil. Hele “dost ve müttefik Almanya’dan, üzerinde bilimsel ve hukuki bir uzlaşının bulunmadığı bir konuda tarafsız bir tutum sergilemesini; Ermenileri geçmişte yaşananlara ilişkin olarak adil bir hafıza inşası konusunda diyaloğa imale etmesini bekleme” hali, en sade haliyle, bir halkın acısıyla alay etmek, bir diğerini de aptal yerine koymak olarak tanımlanabilir.

Dokuz yıldır Adalet Bakanı, Devlet Bakanı, Hükümet Sözcüsü, Başbakan Yardımcısı ve TBMM Başkanı olarak görev yapan Çiçek’in yakın dönem tarihine ilişkin performansı da ibretlik. 2005’te Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılması planlanan ‘Osmanlı Ermenileri’ konulu konferans hakkında sarf ettiği “Birçok cemiyetler, dernekler var ya, ‘Bu ülkede özgürlük yok’ diyorlar ya, bu ülkede milleti arkadan hançerleme, bu millete iftira etme özgürlüğü var. Hükümet olarak bir yetkimiz olsaydı gereğini yapardık. Keşke Adalet Bakanı olarak dava açma yetkisini devretmeseydim” şeklindeki sözleri unutulmazlar arasında. Nasıl unutulsun ki; o konferansın katılımcılarından Hrant Dink’in Türklüğü tahrik ve tezyif suçlaması ile hedef gösterilmesine sebep olan TCK 301. Madde için “301’i abartmaya gerek yok. Hem 301’den mahkûm olmuş, hapse girmiş kimse var mı? Uygulamaya bakalım” demiş, sonrasında hepimizin tanık kılındığı cinayet işlenmiştir.

Ermeni Soykırımı’nın konuşulur ve bilinir olması ile Hrant Dink cinayetinin, devlet kademelerindeki bütün failleriyle çözüme kavuşturulması, aynı kaynağa akan iki koca nehir. Cemil Çiçek’in şahsında çekilmeye çalışılan devlet seti yıkılmadıkça hiçbirimiz için özgürce, sular gibi çağlamak mümkün değil.