NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

Çok alametler belirdi

Dünyada 30-40 yıldır bir Globalizasyon/Küreselleşme rüzgarı esiyor. Bu terim, ortak çabayla, neredeyse uygarlık ile eşanlamlı hale getirildi. Küresel değilsen adam değilsin, önemli değilsin, bu dünyada yerin yok, esamin okunmaz…

Küreselleşme, adı üstünde, yerküreden bahseder, yani alanı coğrafyadır. Devletlerin sınırları yerinde durur, hatta o sınırlar için savaşılır; lakin sınırlar insanlar için, halklar için yerinde durur, ticaret için, malların serbest dolaşımı için sınırlar yoktur.

Küreselleşme budur.

Demek ki küreselleşen, küresel olan sermaye ve şirketler. Onlar için sınırlar yok. Ya insan için? İnsan için var! Hem de nasıl var: Hemen her gün, sade Akdeniz’de, bir başka kara parçasına adım atmak isteyen, bu uğurda sulara gömülen yüzlerce insan. Hemen bu ülkede, Türkiye’de, yabancı bir ülkeyi ziyaret izni almak için her gün çabalayan on binlerce insan. Mallara, sermayeye dolaşım serbest, ama insan ruhsat alamazsa yerinde çakılır kalır. Kendi ulus devletinde nasıl yaşarsa yaşar artık…

Zaten ulus-devletin de modasının geçtiği, yerini küresel ticarete, dev korporasyonlara bıraktığı bir çağa girdik. Adalet değil, hak-hukuk değil, kapital ve  ticarettir artık mülkün temeli, alemin kralı. Gerisi, Bush’un yerine Obama’nın seçilmesi dahil, laf-ı güzaf.

100 yıl önce böyle değildi. Bugünkü anlamında küreselleşme diye bir terim kullanılmıyordu, yoktu. Onun yerinde, çok bakımdan onun karşıtı olan Enternasyonalizm vardı. Enternasyonalizm. Yani halkların önde olduğu, ulusların birlikte yaşamasını, toplumların dirliğini öngören bir anlayış. Yani insanı önde tutan, insanı terennüm eden, insanı yücelten bir ideal, bir ilke, bir amaç. Ya şimdi? Yel üfürdü sel götürdü.

Şimdi biraz soluklanalım, gözlerimizi yumalım ve bu iki terim üstüne, globalizasyon ile enternasyonalizm üstüne bir miktar düşünelim. (Daha size özgürlükten söz etmedim. Evet, Serbest Girişim özgürlüğü var elbette; örgütlenme özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, hele düşünceyi ifade özgürlüğü keellemyekün yok. Tehlikeli. Yasak.)

Ama biz, hazır gözlerimizi yummuşken, Paul Eluard’ın şiirini hatırlayalım:

HÜRRİYET

Okul defterlerime

Sırama ağaçlara

Kumlara kar üstüne

Yazarım adını

 

Yaldızlı tasvirlere

Toplara tüfeklere

Kralların tacına

Yazarım adını

 

Ormanlara ve çöle

Yuvalara çiğdeme

Çın çın çocuk sesime

Yazarım adını

....

 

Sabri Altınel’in 1955’te yayımlanan ilk şiir kitabının adı İnsanın Değeri idi.

O kitaptaki İnsanın Değeri başlıklı şiir

            Bir insan ne demektir bilmiyorsunuz

dizesiyle başlar.

İnsanın değeri...

Artık kimse insanın değerinden söz etmiyor.

Kimse insan onurundan söz etmiyor.

Kimse erdemden/faziletten söz etmiyor.

Kimse vicdandan, dayanışmadan, yardımlaşmadan söz etmiyor.

Paranın, varsıl olmanın her türlü değerin önüne geçtiği, para kazanmanın, zengin olmanın servetin nasıl edinildiğini önemsiz kıldığı insanlık dışı bir çağ yaşıyoruz.

Bütün insani, bireysel, toplumsal değerler arkaik sayılıyor, çöpe atılmış.

Varsa yoksa maddiyat, para, pul... Dünyayı yöneten kâr, yani “piyasalar...”

Piyasalar, yani borsalar.

Zengin arabasını dağdan aşırıyor, yoksul düz yolda şaşırıyor.

Soluduğumuz hava, aldığımız nefes zehirli.

Ne çocuğun önemi var, ne büyüğün. Savaş çözüm sayılıyor, yüceltiliyor. Ölüm kutsanıyor; yaşamın hükmü, insanın değeri yok!

Engels yüz küsur yıl önce “İnsanlık tarihi henüz başlamadı,” diye yazmıştı. Bugün de başlamadı, böyle de başlayamaz zaten...

Kalabalıklaşan dünyada insanlar selameti kendi kozalarına kapanmakta buluyorlar. Sosyolojide buna ‘cacooning effect/kozalaşma etkisi’ deniyor. En küçük birliğe, aileye dönüyor insanlar, ancak orda güvende duyuyor kendini. Öylece, aile dışında her şey ve herkes yabancı/el/muhtemel düşman oluyor. Elveda yoldaşlık, elveda kardeşlik, elveda dayanışma. Örgütlenmeden de vazgeçildi, umut mu kesildi ne... Bu ülkede varsa yoksa memleket dernekleri, bilmem nerenin kültürünü yaşatma, ora insanlarıyla dayanışma dernekleri. Buna örgütlenme denmez, örgütlenmenin panzehiri bir yerelleşmedir bu olsa olsa. İnsanın içine düştüğü, düşürüldüğü durum böyle, acıklı.

Tabii, böylece mutluluk da sevinç de Kaf dağının ardında, hayal bile edilemiyor.

Böyle bir dünya, böylesi bir düzen insan kavrayışının ötesine geçiyor. Çünkü baştan başa gayrı insani. İnsanın izanını, idrakini, muhakemesini aşıyor.

ABD başkanlık seçimlerinde ‘compassionate capitalism’ dediler, yani sefkatli, merhametli kapitalizm. Böyle bir kapitalist düzenin mümkün olmadığının, kapitalizmin barbar, zalim, merhametsiz olduğunun bizzat kapitalizmin şampiyonlarınca, kapitalizmin kalesinde itirafı değil midir bu?

Kapitalizmin son aşaması artık emperyalizm değil; yahut başka tür bir emperyalizmdir sözkonusu olan. Sömürgecilik demode, artık sömürü devletlerce değil, o devletlere de hükmeden, uluslararası onaya, kutsanmaya ve meşruiyete sahip kılınan yeni bir modelle yapılıyor. Onun etiketi de işte bu: Küreselleşme.

Nasıl oluyor tüm bunlar? Neden böyle oluyor? Çıkarı yok mu artık bu yolun?

Böyle mi sürecek hayat? Böyle mi bitecek ömür? Şikayetle kifayet mi edeceğiz?

Yanlış ve kötüyse bu düzen, onu değiştirmenin yolu yok mu? Bizim dünyayı değiştirmede bir rolümüz, sorumluluğumuz yok mu? Değişme, devrim çabası içine girmiyorsak, şikayete hakkımız var mı?

Brecht’ten alıntı:

            Evin çatısı çökünce

                        çöker fukaranın üstüne.

            Güçlünün iyi gününden pay almayanlar

                        onun kötü gününe ortak olur.

Bütün bunlara bakarak Sodom-Gomora yakın mı acep diye düşünüyor insan...

 

Yedi kat yerin altından uğultular geliyor. 


Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır.

Haram helal oldu helal haramdır.

Duyuldu kim ölüm satılıp kâr edile, 


kendi kendilerin reddü inkâr edile. 


Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır. 

Size şimdi eğlencesiz bir bulmaca:

400 yıl önce yazılmış şu aşağıdaki şiirde bugünü çağıştıran 11 benzerliği bulun.

66. SONE

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,

Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,

Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,

Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,

O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,

Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,

Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,

Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,

Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,

Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,

Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen'e

Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,

Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

William Shakespeare/Can Yücel