Bellek ‘zamanaşımı’na direniyor

16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin önünde uğradıkları bombalı saldırıda ölen yedi devrimci genç ve çeşitli yerlerde ve zamanlarda milliyetçi şiddet tarafından katledilmiş tüm öğrenciler, İstanbul Beyoğlu’ndaki üç ayrı mekânda açılan ‘Zamanaşımı!’ sergisiyle anılıyor

LORA BAYTAR

lora@agos.com.tr

34 yıl önce, 16 Mart 1978’de, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin önünde yedi öğrencinin üzerinde patlayan bombalar, Türkiye’nin yakın geçmişine damga vuran utanç tablolarından birini oluşturdu. Olayın yıldönümünde, 16 Mart Platformu’nun girişimiyle, İstanbul Beyoğlu’ndaki Ada Sanat, Karşı Sanat ve Rumeli Han C Blok’ta açılan ‘Zamanaşımı!’ başlıklı sergiyle, katliamda hayatını kaybeden Baki Ekiz, Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Hamit Akıl, Ahmet Turan Ören, Hatice Özen ve Cemil Sönmez’le birlikte tüm anti-faşist öğrenciler anılıyor.

16 Mart 1978’de yedi devrimci genci katleden faillere yönelik dava, geçen yıl Yargıtay tarafından ‘zamanaşımı’ nedeniyle düşürülmüştü. Sergide, 123 sanatçının, videolardan yerleştirmelere, yağlıboya tablolardan karakalem çizimlere kadar, çok çeşitli işleri yer alıyor. Sergi 2 Nisan’a kadar açık kalacak.

ZÜLAL ÜŞENMEZ ERTÜRK

“Babam, olayın tanıklarından”

Zülal Üşenmez Ertürk, Beyazıt Meydanı’nda genç bir erkeği betimlediği karakalem çalışmasının çıkış noktasının babası olduğunu söylüyor: “Sergiye katılmaya karar verdikten sonra, konuyla nasıl bir bağ kurabileceğimi düşündüğümde aklıma gelen ilk şey, o yıllarda babamın da İstanbul Üniversitesi’nde okuyan bir öğrenci olduğu, o döneme ve yaşananlara tanıklık ettiği oldu. Babamı, o döneme ait bir portresiyle sergiye kattım. Onun, olayın yaşayan tanıklarından biri olarak, geçmişten bugüne, bizlere bakmasını istedim.”

ANİ SETYAN

“Sesini yükselten bir nesil geliyor”

Ani Setyan’ın ‘Adı Neyse...’ başlıklı video çalışması, berrak bir suya karışan damlacıkların görüntüsüyle başlıyor. Bu görüntülere, gazeteci Erbil Tuşalp’in 16 Mart 1978’den bugüne kadar yaşanan tarihsel ve politik sürece dair anlatımı eşlik ediyor. Suya karışan su damlacıkları bir süre sonra kırmızıya dönerek kan damlaları görünümünü alıyor. 11 dakikalık videonun sonuna gelindiğinde, berrak su kıpkırmızı bir renk almış oluyor.

Ani Setyan, o dönemin belleğinde bıraktığı izleri şu sözlerle anlattı:

“16 Mart 1978’de henüz ortaokul öğrencisiydim. Olayın direkt tanığı olmadığım, ve ‘bilinçlenmeye’ başladığım lise yıllarımın öncesine denk geldiğinden, o günü ve olayı hatırlamıyorum. Ama sonraları, etrafımdaki birçok kişinin o gün tesadüfen orada bulunduklarını ve olayın tanığı olduklarını öğrendim.

Ermeni okullarında okuyan öğrenciler olarak, o dönemlerde bir kavanozun içerisindeydik sanki, çok kapalı yaşıyorduk. Hiçbir şeye bulaşmıyor, öylece okula gidip geliyorduk. Ben lisedeyken kavanozdan çıkmaya başladım.

O yıllarda, mesela belediye otobüsünde giderken, içerde aniden havaya, üzerinde yazılar olan bir tomar kâğıt atılırdı. Sonra otobüs durdurulurdu; kâğıtları atan çocuklar çoktan otobüsten inmiş olurdu ama otobüste kalan tüm öğrenciler ve üzerinde kırmızı gazlı kalem olan herkes sorgulanırdı. “Kimin dağıttığını gördüysen söyle” derlerdi; görmüş olsam da söylemezdim. Onların içinde olmasak bile, bir nevi yanlarındaydık aslında. Ama biz o dönem hiçbir şeye elimizi sürmedik, çünkü, dini ve dilsel farklılıklarımızdan dolayı, hem okullarımız bu açıdan çok kapalıydı, hem de ailelerimiz tedirgindi. Olayların içinde yer alan arkadaşlarım olsaydı veya başka bir okula okusaydım ben de onlara katılır mıydım? Belki, çünkü o ruh içimde vardı. Geçmişteki tavrımız hep ‘ses çıkarmamak’ üzerine kuruluydu, ama şimdi ciddi anlamda sesini yükselten bir nesil geliyor.”

MANUEL ÇITAK

“Eğitimle hafızalar silinmeye çalışılıyor”

Manuel Çıtak’ın, sergide yer alan ‘Cumhuriyet Yürüyüşü’ adlı fotoğrafında, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında askeri nizamda uygun adım yürüyen orta öğretim kız öğrencileri görülüyor. Çıtak, sergiye bu fotoğrafla katılmasının nedenini şu sözlerle özetliyor: “Türkiye geçmişte olmuş her türlü katliamı, insanlık dışı uygulamaları, hukuksuzluğu, hep ‘zamanaşımı’ gerekçesinin arkasına sığınarak, bu formülle bertaraf etmeye çalışıyor. Toplumun itirazlarını engellemenin yolu ise hafızaları silmek, bunun da en bilinen yolu eğitim.”

NAZIM HİKMET RICHARD DİKBAŞ

“Benden 35 çakmak çıktı”

Nazım Hikmet Richard Dikbaş, polisin desteğiyle yapılan 16 Mart katliamının gerçekleştiği şartların bugün de geçerli olduğuna dikkat çekiyor: “Katliamın yıldönümünde geçen hafta İstanbul Üniversitesi’nin ana kapısının önüne konan heykel üç gün sonra ülkücüler tarafından yıkıldı, yıktıkları heykelin önünde çektirdikleri fotoğrafı da facebook sayfalarına koymaktan geri durmadılar. 6 Eylül 2005’te de, 6-7 Eylül Olayları’nın 50. yılında Karşı Sanat’ta düzenlenen sergiye saldırı olmuş, yağmayı belgeleyen fotoğraflar parçalanmış, camlardan atılmıştı. Dolayısıyla, ‘Zamanaşımı!’ bugüne, bugünün aciliyetine dair bir sergi, insan hakları, eşitlik ve ifade özgürlüğü talep eden bir sergi.”

Dikbaş, sergide yer alan ‘Hayatın Olağan Akışı’ adlı yapıtında, İzmir’de örgüt üyeliği suçundan 7,5 yıl hapis cezasına çarptırılan Arif Pelit’in davasına gönderme yapıyor. Dikbaş, eseriyle ilgili olarak şunları söylüyor: “Pelit, ‘evinde yapılan aramada ele geçirilen ve hayatın olağan akışına uygun düşmeyecek çoklukta çakmak’ delil gösterilerek suçlu bulundu. Davayla ilgili haberi okuduğumda, Türkiye’de adaletin vardığı trajikomik, absürt, ya da artık sıfat kaldırmayacak hale yazıklanmakla kalmayıp, evde kaç çakmak bulunduğuna baktım: Benden 35 çakmak çıktı, Arif Pelit’in 7,5 yılla cezalandırılmasına ise 19 çakmak yetmişti.”

 

 

Kategoriler

Kültür Sanat Resim