YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Sınır hattından izlenimler

Geçen haftasonu, Helsinki Yurttaşlar Derneği’nden bir heyet olarak, hem Suriyeli mültecilerin yaşadığı sorunlara kısaca da olsa bakmak, hem de siyasi açıdan atmosferi gözlemek amacıyla, Urfa, Mardin, Diyarbakır duraklarından oluşan, kısa bir gezi tertipledik. Buralarda mültecilerin içinde bulunduğu durum ve IŞİD tehdidinin aldığı boyutla ilgili kimi gözlemlerde bulunma imkânımız oldu. Paylaşayım.

Şanlıurfa Barosu’nda, çevre barolardan gelen katılımcılarla birlikte mülteci sorunları üzerine yapılan toplantının ardından Suruç’u ve köylerini ziyaret ettik. Hemen şunu söylemekte fayda var: Suruç Belediyesi, bilhassa hemen yanıbaşındaki Kobanê’den gelenlere yardım etmek için büyük bir çaba gösterse ve kamplar oluştursa da, hem insani, hem de lojistik yardıma ihtiyaç var. Ve, kampların dışında, Suruç’un bilhassa sınıra ve Mürşitpınar’a yakın köylerine önemli sayıda insan sığınmış durumda; hayli zor şartlarda yaşıyorlar. Şunu söylemek mümkün sanırım: O şartlara zor demek haksızlık olur. Zorun hayli ötesinde. Zaman kaybetmeden, şu notu düşmeli: En büyük ihtiyaç, beşik. Evet, bebekler için beşik. Soğukta bebeklerin yerde yatmaması için en kritik ihtiyaç, bu. İkinci olarak, çocuk ayakkabısı ve çocuk çorabı. Her yaştan. Bunlar en önemli ihtiyaçlar. Ve elbette süttozu, bebek maması, battaniye. Köylere sığınanlar ve bölge halkı için ilave olarak şu zorluk söz konusu: IŞİD Kobanê’yi şimdi de kuzeyden (Mürşitpınar istikametinden) zorlamaya kalkıştığı (son bombalı saldırı böyle yorumlanabilir) ve Türkiye’nin –şu durumda bile– IŞİD’le işbirliği yaptığı yönündeki kanaat güçlü olduğu için (son bombalı saldırı ile ilgili olarak anlatılanlar ve yaşananlar da bunu destekliyor) her an “IŞİD bu köye gelmeye kalksa bizi kim korur?” endişesi taşıyorlar. Bombalar, havan topları kulaklarının dibinde patlıyor.

Sınır kapısının yakınına gittiğimiz Pazar günü, bir nöbet eylemi vardı. Eylem sırasında konuştuğumuz, yetkili ya da yetkisiz herkes, son bombalı saldırının göz göre göre yapıldığını düşünmekteydi. Kimi tanıklıklara göre, bombalı IŞİD arabalarının sınırdan geçerken kapalı olması gereken üç kapıdan ikisi zaten açıkmış, son kapıyı kolaylıkla geçmişler. Teknolojik imkânların, gece ya da gündüz, en küçük bir kıpırtıyı bile saptayacak düzeyde olduğu söyleniyor. Keza, bölgede görev yapan ‘güvenlik görevlileri ile IŞİD’ciler arasında neredeyse arkadaşlık seviyesinde yakınlıklar kurulduğuna yönelik tanıklıklar var. Yine, Ahmet İnsel’in Radikal’deki yazısında da bahsettiği gibi, Suruç köylerine sığınanların Mürşitpınar’da boşalttıkları evlere IŞİD’cilerin yerleşmesi de önemli bir mesele. Buna askerin göz yumduğu, bölgede artık realite olarak kabul ediliyor.

Sonraki durak Nusaybin’de görece bir sükûnet hâkim. Burada daha çok Ezidi mülteciler/sığınmacılar var. Ezidilerin önemli bir kısmı AFAD kampında kalıyor. Kampı da kısaca görme imkânımız oldu. Bir çadırda altı ailenin kalması önemli bir sorun, ancak lojistik olarak birçok şartın yerine getirildiğini gördük. Burada ve başka birçok yerde sohbet sırasında ortaya çıkan en önemli ihtiyaç ise şu oldu: Küçük de olsa, çocuk parkları. Çocukların zaman geçirebilmesi ve sosyalleşebilmesi için, bu çok önemli bir ihtiyaç. Nusaybin’de ayrıca belediyenin de kimi binalara yerleştirdiği Ezidiler var. Bunlar, çeşitli nedenlerle kamplara gitmek istemeyenler. Burada da Nusaybin Belediyesi elinden geleni yapmakla birlikte, bilhassa çocuk çorabı, ayakkabısı ve kışlık kıyafet konusunda ihtiyaç olduğunu görebildik.

Sonraki durağımız olan Midyat’taki AFAD kampında, Ezidiler ve Suriyeliler birlikte kalıyorlar, ama iki ayrı bölgede. İlkin araya bir tel örgü ya da duvar çekilmesi düşünülmüş ise de, sonradan buna gerek kalmadığını görmüşler. Midyat’taki bir üçüncü bir grup ise Süryaniler. Kampları pek tercih etmemişler. Daha çok, bölgede az da olsa kalan Süryani ailelerin yanında ya da kiliseye ait binalarda kalmayı tercih ediyorlar. Ancak hayat onlar için de hayli zor. Bilhassa yakacak konusunda yardıma ihtiyaç duyuyorlar.

Bütün bu gezide bir kez daha neyi gördüğümüze gelecek olursak; Türkiye’nin artık böyle bir konusu var. ‘Mesele’ demeyelim, çünkü nasıl adlandırırsak öyle gidiyor ve bunu ‘mesele’ olarak gördükçe, düşünme biçimimiz de buna göre şekillenecek, belli. Ancak bir yandan da, bu bir mesele, çünkü üstesinden gelmemiz gerekiyor. Öncelikle, gelenlerin uzunca bir süre burada kalacağının, başta devlet olmak üzere herkesçe idrak edilmesinde fayda var. Yıllarca demek mümkün sanırım, Suriye’deki tabloya da bakarak. Dolayısıyla, yine başta devlet olmak üzere, hepimizin “Barınacak yerleri var işte, fena mı?” (ki durum bazen buna bile tam uymuyor) durumundan çıkıp bir adım öteye geçmemizde fayda var. Öncelikle, gelenlerin, barınacak yerin de ötesinde eğitim, sağlık, meşgale (mümkünse iş) edinme ve psikolojik destek konusunda ihtiyaçları var. Bunun için atılacak ilk adımlardan biri, devletin ‘kontrol’ merkezli düşünce ve alışkanlıklarından sıyrılıp ulusal ve uluslararası sivil toplum girişimlerine alan açması. Evet, burada kâğıt üzerinde her şey ‘olur’ gibi görünmekle birlikte, “Biz zaten yapıyoruz, şu kadar bütçemiz var” tavrı seziliyor. En önemlisi, ise gelenlerin ‘devlet’e anlatamayacakları, anlatmak istemeyecekleri şeyler de oluyor, ve bunlar için profesyonel destek almalarında fayda var.

Daha da bir sözün özü dersek; başta Ezidiler olmak üzere, çok büyük çapta bir ‘coğrafyadan koparılma’ hadisesi yaşıyoruz. Bunun tam ortasında, tarihi bir dönemdeyiz. Ülke olarak yapacağımız ilk iş, bu hadisenin nedenlerini, en önemlisi de faillerini iyi tanımak, ona göre tavır almak. Bu, belki de bu konuda pek de övünülecek bir yakın tarihi olmayan bir ülkenin, tarihiyle yüzleşmesinin yollarından biri.

 

not: Yardımlar için bölge belediyelerine, bölgedeki İHD ve Mazlum-Der şubelerine, Süryani Kilisesi’ne ve AFAD’a başvurulabilir. Gezi boyunca yardımcı olan Şanlıurfa Barosu ile Mardin İHD, Suruç İHD, Batman ve Diyarbakır barolarına ayrıca teşekkür ederiz.