Arto Tunçboyacıyan ile ‘Sound of Our Life’ın Sonu
"Gerçeğim insan olmak, baharatım ise Ermeniliğim"
"Denizi olmayan bir ülkede donanma kurup adını 'Armenian Navy Band' koymak, şüphesiz ki sadece Arto Tunçboyacıyan’a yakışırdı.
“Denizleri, insanların hayal gücü olan” grup, uzun soluklu “Sound of Our Life” serisinin ilk iki bölümünü 2019’da paylaşmıştı. Seriye “Cold Mountain - The End” ile görkemli bir nokta koydu. 30 dakikayı aşan süresiyle dijital çağın hızına meydan okuyan seri, dinleyiciyi sadece müzikal bir finale değil; sevgi, saygı ve gerçeğin okyanusunda sonsuz bir yolculuğa davet ediyor.
12 kişiden oluşan grupta duduk ve zurna gibi kadim enstrümanlar, modern batı enstrümanlarıyla aynı sahnede sohbet ediyor. 2006’da BBC Dünya Müziği Ödülleri'nde kazandığı başarıyla yerel bir proje olmaktan çıkıp uluslararası bir fenomene dönüşen bu efsanenin finalini, grubun mimarı Arto Tunçboyacıyan ile konuştuk.
"Cold Mountain - The End" geçtiğimiz hafta çıktı. Navy Band ile olan bu uzun yolculuğu ve bitişi anlatır mısınız?
Ben bu şarkıyı aslında 1981-1982 yıllarında yapmıştım, ancak 2019’da hayata geçirip 2025’te noktalayabildik. Merkez olarak New York’tayım çünkü burası çok organize ve bu benim fikirlerimi hayata geçirmemi kolaylaştırıyor. İşin özüne bakarsan, ben Türkiye’de doğdum ama Türk olamadım. Bunu kötü anlamda söylemiyorum, sonradan anladım ki benim asıl gerçekliğim insan olmamdır. Ermeniliğim ise o kimliğimin üzerindeki baharatımdır, tadımdır.
Armenian Navy Band ismine gelince... Manası, denizi olmayan yerde “Deniz Donanması” kurmaktır. Bu öylesine verilmiş bir ad değil. İstersen Hazar Denizi'nden Karadeniz'e, Ermenilerin yaşadığı her coğrafyaya ait görebilirsin; istersen Nuh'un gemisi olarak bile görebilirsin. Navy Band. insanlık için dürüst ve faydalı bir fikrin, inancını bozmadan sürdürdüğün takdirde hedefine ulaşabileceğini simgeleyen bir isimdir.
Bu süreçte Ermeni kimliği ve toplum içindeki duruşunuzla ilgili nasıl tepkiler aldınız?
Her insanın önünde bir yol var ve engeller çıkıyor. Engeli iki türlü aşarsın: Ya acı çekerek yüzleşirsin ya da yanından dolaşırsın. Biz Haylar (Ermeniler) da İstanbul’da iki grubuz. Birincisi kendi çekirdeğinde kalıp naftalin kokan grup; dillerinde hep "yaman", konyak, kayısı ve soykırım vardır. Bir de benim gibi ikinci bir grup var; suya benzeyen, kendi yolunu bulan, sevilmediği bir yerde bile ayakta durabilenler.
Benim ailemin iradesi bu şekildeydi. Neler çekmişlerse kabullenmeleri, sindirip gelecek nesle aktarmaları gerekiyordu. Unutmaktan bahsetmiyorum, sindirmekten bahsediyorum. Abim Onno da benim için 1996'da bitmedi. Tam tersine 1996'da gerçek Onno doğdu içimde. Kreatif insanlar vefat ettiğinde mesleğini hamile bırakırlar, yani fikirleri yeşermeye, doğmaya devam eder.
1998’de grubu kurarken amacım üyelerin gelişimiydi. Biliyordum ki onlar gelişirse halk da, Ermenistan da gelişecek. 15 albüm çıkardık ve bu sonuncusuydu. Şarkının ismindeki “The End” bizim sonumuzdur. Yeni bir sayfa açılacak. Navy Band’in konsepti bitti, misyonunu tamamladı.
Yapay zekanın (AI) müziğe etkisi ve günümüz teknolojisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yapay zekâ sana teknik bir özgürlük sunuyor ama ruhu veremiyor. Bugün yaşadığımız devri ben 'Karnabahar ve Beton Devri' olarak tanımlıyorum. Neden karnabahar? Uzaktan bakınca beyne benzer ama beyin değildir; şekil vardır ama içerik yoktur. Teknolojide de, toplumda da şekilciliğe takılıp içeriği kaybediyoruz. İnsanlara tuzak kurup manipüle eden zihniyetin nasıl çalıştığı ortada. Biz sanatçılar şunu hatırlatmak istiyoruz: Bir şey elde etmek istiyorsanız, bunu yaratıcı kaliteyle başarabilirsiniz, hileyle değil.
İnsanlara tuzak kurup manipüle eden, onlara zarar vererek çıkar sağlayan zihniyetin nasıl çalıştığı ortada. Ancak biz sanatçılar şunu hatırlatmak istiyoruz: Bir şey elde etmek istiyorsanız, bunu yaratıcı kaliteyle de başarabilirsiniz. İyi ayakkabı üretmek, illa kimsenin alamayacağı fahiş fiyatlar koymak demek değildir. Eğer herkes kaliteli ayakkabı yaparsa, kalite standartlaşır ve fiyatlar da normale döner. Tıpkı müzik piyasasında yapıldığı gibi; kalite yükseltilerek kulaklar o iyi standarda alıştırıldı.
Uzun yıllardır New York'ta yaşıyorsunuz. Aradan geçen bunca yıldan sonra, hem müziğinizde hem ruhunuzda ev neresi?
Fiziksel olarak New York’ta olsam da ruhum Ermenistan’da. Ben burada bulunarak kimliğimi aramaya çalışmıyorum, aradığım her şey zaten içimde. Geçmiş de içimde, gelecek de içimde. Ben yaşayarak sadece tecrübeleniyorum. Ermenistan’da olmamın sebebi ise müzikle ilgili fikirlerimi orada daha doğru hayata geçirebilmek.
Ben İstanbul’dan 1981’de, 24 yaşındayken çıktım. Ama bu toprakları terk edemem, bıraktığım anda kendimi terk etmiş olurum. Bazen Ermenistan’da beni gördüklerinde "Sen Arto musun?" diyorlar. Şakayla karışık, "Bu saatlerde hayır, değilim" diyorum. Bazen "Ne dediğini, ne söylediğini anlamıyoruz" diyorlar. Evet diyorum, ben kendi yarattığım dille şarkı söylüyorum, notalar dans ediyor. İçeriği anlamasanız bile şarkının ismine bakın, ne anlatmaya çalıştığım o başlıkların ardında saklıdır. Bir insana bir şey anlatırken kendini görmek istiyorsan, karşındakine bak diyorum; onun seni dinlerkenki tepkisi aslında sensin.
Şarkılarınızda mavi güller veya 31 çelenk gibi politik ve çok katmanlı göndermeler kullanıyorsunuz. Bu semboller neyi ifade ediyor?
Bakın, milliyetçilik iddiasındaysanız bunu tutarlı yapın derim. Gerçekten ırkını seviyorsan, başkasına zarar vermeden kendi insanını korursun. Ama sen, kışın ortasında kendi halkına zehirli, hormonlu domates yediriyorsan bana 'milliyetçiyim' deme. Kendi insanını zehirliyorsan o sevgi sahtedir.
Benim şarkılarım bu çelişkileri anlatır. Şarkıdaki 'ceketimdeki mavi güller', romantik bir gül bahçesi değil, Mavi Marmara olayıdır örneğin. Ya da 'mum yakmak'... Her sene Hrant için bir ritüel gibi mum yakılıyor ama bu artık bir 'kahve falına', bir alışkanlığa dönüştü; herkes biliyor ama kimse derinine inmiyor.
Şarkılarımda geçen “31 çelenk” de tesadüf değildir. Nüfus idaresinde Rumlar 1, Ermeniler 2, Yahudiler 3 koduyla fişlenirdi. Benim “31” vurgum, o meşhur gizli soy kodlarına, kimliğimize yapıştırılan etiketlere bir atıftır. Türkiye’de kimlik problemi var. Eskiden kimliklerde Dini: Ermeni yazardı, sonra Hıristiyan'a çevirdiler. Şimdi de kod numaraları... Bilirim o yazılımı, Ermeni yazılımıdır o.
Dünyaca ünlü isimlerle, mesela Charles Aznavour ile tanışıklığınız var. Diasporadaki havayı ve geçmişle yüzleşmeyi nasıl yorumluyorsunuz?
24 Nisan, benim en mutlu günümdür. Neden mi? Çünkü bak hâlâ ayaktayım, hâlâ yaşıyorum! Charles Aznavour ile Moskova’da aynı otelde kalıyorduk. Bir sabah kahvaltıda durup dururken bana, “Senden nefret ediyorum” dedi. Ama öyle bir tonda söyledi ki, içinde hiç negatiflik yoktu. 'Ne yaptım?' dedim. “Her arabaya bindiğimde oğlum senin şarkını açıyor, mecburen dinliyorum ama o zihniyeti çok da seviyorum” dedi.
Onun etrafındakiler tıpkı İstanbul Ermenilerine benziyordu. Kapı kapandığında bizdenler ama kapı açıldı mı, o “Dünya Starı Aznavour” maskesini takıp resmiyete bürünüyorlardı. O da benim İstanbul’dan çıktığımı biliyordu. Bana dedi ki, “İlk İstanbul’a gittiğimde hemen gelip soykırımı sordular. Onlara dedim ki, geçmişe baktığımda gözümden yaş geliyor ama ben bir Ermeni’yim, her zaman ileriye bakıp yürürüm.” Kalkıp alnından öpmek geldi içimden. İşte benim için Ermeni de ev de budur.
Yeni nesile bir mesajınız var mı? Size nasıl ulaşabilirler?
Yeni nesilden beklentim, benim sesimi çıkarmaları değil, kendi seslerini bulmaları. Bazen 18 yaşındaki çocuk geliyor, 40 sene önce yaptığım şeyi bana yeni diye satmaya çalışıyor. Gençlik yaşta değil, kafadadır; olduğun anı anlayıp ileriyi hayal edebilmektir.
Şimdi teknoloji, matematik insana ego getiriyor. Hesapladım, biliyorum diyorsun ama matematik hissi hesaplayamaz. Elektronik müzikle uğraşan çocuklara hep diyorum: Makineyi insanlaştırmayın, siz makineye insanlık katın. Teknoloji sadece bir enstrümandır.
"Bana ulaşmak isteyen nasıl ulaşır?" diye sorarsan, kapım kimseye kapalı değil. Tecrübem birinin işine yarayacaksa en mutlu insan benim. Bir de bana Artık tiyatro yap, oyunculuk yap diyorlar. Müzikte taklit yoktur ama oyunculukta başkası oluyorsun. Ben kamera önünde kendim olmaktan çekinmem ama tamamen başkası olmak... İşte o başka bir adanmışlık ister.

