İstanbul Barosu'nda İnsan Hakları Günü
“Hukuk bozulmuşsa hiçbir şeyi düzeltemezsiniz”
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948'te İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni kabul etmesi uzerine 10 Aralık günü, bütün dünyada İnsan Hakları Günü olarak kutlanıyor.
İstanbul Barosu da 10 Aralık İnsan Hakları Günü kapsamında bir sempozyum düzenledi. İstanbul Barosu ve hak temelli merkezlerin düzenlediği sempozyum, hukukçular, akademisyenler, gazeteciler ve insan hakları savunucularını bir araya getirdi.
Baro Konferans Salonu’nda gerçekleşen etkinliğin açılış konuşmasını İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu yaptı. Kaboğlu, "Cumhuriyet'in son on yılı, kurumlar, kurallar ve değerler üçlüsünde 'oydaşma alanları'nın sorgulandığı ve belirsizleştiği bir anayasasızlaştırma dönemi oldu. Son yıllarda, kazanımları yadsıma ve sonlandırmaya yönelik düşünsel ve eylemsel girişimler öne çıktı. Turkiye Cumhuriyeti bir yol ayrımında mı? Yol ayrımı şu: 2inci Yüzyıl, 'Insan Haklarına dayanan Cumhuriyet' mi, yoksa kişisel muktedirlerin insanları hakladığı Türkiye yüzyılı mı olacak? Yanıt anahtarı: İHEB'in tanıdığı 'direnme hakkı', Cumhuriyetçiler için meşru ve haklı dayanak" dedi.
"Hakan Tosun'a ne oldu?"
Sempozyumun ilk oturumu “İnsan Hakları Savunucularını Savunmak: Zor Zamanlarda Avukatlık” başlığıyla düzenlendi. İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Mehmedali Barış Beşli’nin kolaylaştırıcılığını üstlendiği oturumda, Av. Emel Atatürk, Av. Gülden Sönmez, Av. İlknur Alcan ve Av. Cemal Yücel, insan hakları alanında çalışan avukatların karşılaştığı baskıları, mesleki riskleri ve dayanışma mekanizmalarını ele aldı.
Avukat Cemal Yücel konuşmasında, 10 Ekim'de katledilen ekoloji aktivisti, belgeselci Hakan Tosun'u andı, nasıl öldürüldüğünü anlattı, hukuki sürece dair bilgilendirme yaptı. Avukat Yücel, "Hakan Tosun bir hak savunucusu olarak bir kısım rantçıların ekmeğine çomak soktu. Bu sebeple kendisinin bazı düşmanları olduğu kanaatine vardık" ifadelerini kullanarak, "Hakan Tosun'a ne oldu?" sorusunu yineledi.
İkinci oturum “Demokratik Toplumu, Düşünce ve İfadeyi Savunmak” başlığıyla devam etti. Av. Hürrem Sönmez’in kolaylaştırdığı oturumda Marmara Üniversitesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel İnceoğlu, yönetmen ve siyaset bilimci Dr. Emin Alper, gazeteci Çiğdem Toker ve İstanbul Barosu’ndan Av. Hasan Fehmi Demir söz aldı. Konuşmacılar demokratik toplumun temellerini, ifade özgürlüğünün güncel tehditler altındaki durumunu ve Türkiye’de hukukun üstünlüğüne ilişkin sorunları değerlendirdi.
Çiğdem Toker: "Hakikat için ısrar eden gazeteciler olmasa hiçbir şey ortaya çıkmaz"
Meslek hayatında 40 yılı geride bırakan ve aynı zamanda bir hukukçu olan gazeteci Çiğdem Toker konuşmasında, gazetecilik mesleğinin güncel baskılar altında giderek daha kırılgan hale geldiğini vurguladı, medya alanındaki dönüşüme dikkat çekti. Gazetecilerin maruz kaldığı hukuki ve idari baskıların arttığını belirten Toker, “Bazı yazılarıma ve haberlerime erişim engeli konulduğunu çok sonra öğreniyorum. Talepler o kadar hızlı kabul ediliyor ki içerik bir anda yok oluyor” dedi.
Gazetecilik üzerindeki kuşatmanın hem siyasi iktidarın medya alanını dönüştürmesiyle hem de dijitalleşmenin yarattığı yeni baskı biçimleriyle derinleştiğini belirten Toker, “Cezaevlerinde hukuksuzca tutulan meslektaşlarımız, RTÜK kararları, erişim engelleri… İktidar baskısı artık çok daha çeşitli araçlarla işliyor” ifadelerini kullandı.
Bağımsız gazeteciliğin hayati önem taşıdığını söyleyen Toker, desteklenmesi gerektiğinin altını çizdi: “Doğru haberi, teyit edilmiş bilgiyi aktarmak pahalı ve meşakkatli bir iş. O yüzden bağımsız gazetecilik çok önem kazandı; görülmeye ve desteklenmeye ihtiyaç var.” Öte yandan sosyal medyanın da artık “nefes alınan” bir alan olmaktan çıktığını belirten Toker, bilgi kirliliğinin ve platformların gözetim gücünün arttığını söyledi: “Sosyal medya, konuşulan değil, konuşulamayan şeylerin alanı haline geliyor.”
Gazeteciliğin ancak “isteyerek ve bedel ödemeyi göze alarak yapılabilecek bir iş” olduğunu vurgulayan Toker, konuşmasını şöyle tamamladı: “Hakikat için ısrar eden gazeteciler olmasa, bu ülkede hiçbir şey ortaya çıkmaz."
Emin Alper: “Demokrasi her dönemde kırılgan ve sürekli savunma halinde"
İstanbul Barosu’nda düzenlenen panelde yönetmen ve akademisyen Emin Alper, “demokratik toplumu savunmak” başlığı altında demokrasi tarihinin kırılganlığına ve güncel tehditlere dikkat çekti. Alper, hem sinemacı hem siyasetçi kimliğiyle davet edildiğini belirten konuşmasında ağırlığı siyaset teorisine verdiğini vurgulayarak, demokrasinin neden sürekli savunma halinde olduğu sorusundan yola çıktı. Dünyada son yirmi yıldır yaşanan demokratik gerilemenin Türkiye’ye özgü olmadığını hatırlatan Alper, demokrasinin tarihsel olarak daima baskı, kriz ve geri dönüşlerle ilerlediğini anlattı. Fransız Devrimi’nin “bir gecede demokrasi” yaratmadığını, Fransa’nın kalıcı bir demokratik anayasaya ancak 1875’te kavuştuğunu, 90 yıllık dönemde cumhuriyetin ancak dört-beş yıl genel oyla işlediğini belirtti.
Teorik çerçevede demokrasiye dair kırılganlığın, temsil mekanizmasındaki doğal sınırlardan kaynaklandığını söyleyen Alper, demokratik yönetimlerin hiçbir zaman toplumun tamamını temsil etmediğini, iktidarı elinde tutan azınlığın tüm toplumu yönettiğini hatırlattı. Hem sürekli muhalefette kalan toplumsal kesimlerin hem de kendini çoğunluk olarak gören ama yine de “yeterince iktidar olamadığına inananların” demokrasiye kırgın olabildiğini vurguladı.
Konuşmasında sinemacı kimliğini bu kez geri planda tuttuğunu vurgulayan Alper, konuşmasının sonunda bir sanatçı olarak ifade özgürlüğüne ilişkin görüşlerini şöyle aktardı:
“Sinemayla ilgili konuşamadım gerçekten bu cevaplarda ama sinemacı olarak konuşmak gerektiğinde söyleyebileceğim tek şey şu: Daha çok söz hakkı, daha çok ifade hakkı istiyoruz ve bunun için mücadele ediyoruz. Çünkü tıpkı akademisyenler ve hukukçular gibi sanatçılar da ifade özgürlüğünden besleniyor; ifade ederek yaşıyoruz. Dolayısıyla ifadenin önündeki herhangi bir engeli, her şeyden önce kendi kişiliğimize, ömrümüze ve haysiyetimize yönelik bir saldırı olarak algılıyoruz. Bütün bunları demokrasinin kırılganlığı çerçevesinde düşünüyorum; hep öyle algıladım."
Ahmet Özer: Milyonların temsilcileri cezaevindeyken barış nasıl sağlanacak?
İkinci oturum devam ederken seçilmiş Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer salona geldi. Konuşmacıları ve konukları selamlayan Özer, sahneye çıkarak bir konuşma yaptı. İstanbul Barosu'na ve hukukçulara teşekkür ederek konuşmasına başlayan Özer, hukukun içinde bulunduğu tabloyu üç başlıkta özetledi: “Güçlü bir savunma hattına, toplumsal desteğe ve bu yargı ikliminin değişmesine ihtiyaç var.”
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne atıfta bulunarak Anayasa’nın ikinci maddesini hatırlattı: “Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına saygılı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.” Ardından, “Ne gariptir ki insan haklarını en çok ihlal edenler devletlerdir” diyerek mevcut çelişkiye dikkat çekti.
Özer, adaletin demokrasinin temel unsuru olduğunu belirterek “Hukuk bozulmuşsa hiçbir şeyi düzeltemezsiniz” dedi. Tutukluluk sürecinde yaşadığı hak ihlallerini anımsatarak masumiyet ilkesinden gizlilik ihlaline kadar birçok sorunun bizzat devlet organları tarafından yaratıldığını söyledi.
Yerel yönetimlere yönelik müdahalelere değinen Özer, “Yirmi sekiz milyon kişinin yaşadığı beldelerde seçilmişler içeride; on yedi buçuk milyon seçmenin iradesi tutuklu. Bu büyük bir faciadır” dedi. Kayyum uygulamalarını “demokrasi ayıbı” olarak niteledi: “Ben Esenyurt Belediye Başkanıyım; seçilme hakkı kadar seçenlerin hakkı da ihlal ediliyor.”
AİHM ve AYM kararlarının uygulanmamasının hukuk düzeni açısından kabul edilemez olduğunu belirten Özer, Ekrem İmamoğlu, Osman Kavala, Can Atalay, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Tayfun Kahraman davalarını anımsattı.
Barış sürecine ilişkin olarak ise şunları söyledi: “Bu süreci amasız, fakatsız destekliyorum ama toplumun yarısı dışlanarak, milyonların temsilcileri cezaevindeyken barış nasıl sağlanacak?”
Özer konuşmasını, “Dünya sadece kötüler yüzünden değil; kötülüğe ses çıkarmayanlar yüzünden bu halde” sözleriyle tamamladı.

Üçüncü oturum ise uluslararası dayanışma mesajlarıyla başladı. Sınır Tanımayan Savunma – Dayanışma İçinde Avukatlar (DSF-AS) ve Tehlike Altındaki Avukatlar Uluslararası Gözlemevi (OIAD) tarafından gönderilen video mesajlarda, Türkiye’de ve dünyada avukatların karşı karşıya kaldığı ihlaller ve dayanışma ağlarının önemi vurgulandı. Oturumun forum ve tartışma bölümünde Av. Bülent Arslan’ın moderatörlüğünde Av. Tora Pekin, Av. Mustafa Rüzgar, Av. Kardelen Ateşçi, Av. Sedat Albayrak, Av. Özlem Özkan ve Av. Behram Şahin söz alarak çocuk haklarından mülteci hukukuna, kadın haklarından adil yargılanma ilkesine uzanan geniş bir yelpazede güncel hak ihlallerini ve çözüm önerilerini paylaştı.
Sempozyumun kapanış bölümünde Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Didem Yılmaz tarafından sentez raporu sunuldu ve etkinliğin Türkçe ve İngilizce sonuç bildirisi açıklandı.
Etkinliğin raportörlüğünü İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi’nden Av. Berivan Bekçi ve Av. Mert Öztürk yürüttü. İstanbul Barosu’nun düzenlediği sempozyum, farklı disiplinlerden uzmanları biraraya getirerek insan hakları savunusunun güncel dinamiklerini tartışmaya açtı.

