lensler konuşabilseydi
Küçükçekmece’de müzisyenler
İstanbul’un güneşli eylül günlerindeki ilk pikniğimdi. Bacanaklarımdan biri, yemek yapmayı, iştahla yemeyi, yiyeceğini arkadaşlarıyla paylaşmayı çok sever. Yeni evlendiğim zamanlarda, bacanağım haftada en az bir kez bizi arayıp yemeğe ya da gezmeye davet ederdi. Bir keresinde de bizi Küçükçekmece sahiline pikniğe götürdü. Masası-sandalyesi olmayan, boş bir açık hava lokantasında durduk. Yemek için fazla erken bir saatte geldik herhalde diye düşündüm.
Fakat iki dakika sonra iki adam çıkageldi; bir ağacın altına bir masa, birkaç da sandalye koyup bizi buyur ettiler. Bacanağımla kısaca konuştuktan sonra gidip bir mangal ve büyük bir çaydanlık, ardından da envaiçeşit mutfak eşyası getirdiler. Et ve sebzeler bizim arabanın bagajından geldi. Ancak o zaman, yiyeceklerin ve pişirmenin bizden, mekânın ve tüm mutfak gereçlerinin onlardan olduğunu anladım. Bütün gün çok güzel akıp geçti. Tıka basa yiyip içtik.
Fakat günün unutulmayacak ânı ikindi vakti, mekân ailelerle dolduktan sonra yaşandı. Son derece sade, gösterişsiz ve hüzünlü bir sesten, bildiğim bir Türkçe şarkı duyulmaya başladı. Şarkı neşeliydi ama ses... Müzik yavaş yavaş yaklaştı ve nihayet onu gördüm. Üç kişilik ekibin kemancısıydı. Arkasında darbukacı ve cümbüşçüyle, masaları dolaşıyordu. Roman’dılar. Kemancının sesi beni büyülemişti. Ekip artık iyice yakınımızdaydı. Kemancı gözlerimdeki nostaljiyi fark etmiş olmalı ki, hüzünlü bir aşk şarkısına geçti. Sesi beni alıp başka dünyalara götürdüğünden, beni gafil avladı. “Abi” deyip bekledi. Diğer masaları dolaşırlarken, insanların onlardan şarkı isteği yaptığını anlamıştım.
Aynısını yıllar önce Meksika’da, Guadalajara’da Mariaçi şarkıcılarında görmüştüm. Orada da, İstanbul’da olduğu gibi, müzik sokaklardadır; gün boyu pencerelerden, teraslardan akıp insanı sarmalar, özlemle yüklü bulutlara ve bir anda örülen aşk hayallerine taşır. Halep, Beyrut, Atina, Roma, İstanbul, müzikle nefes alıp veren şehirlerdir. Sokaklarında müzik olmayan bir şehrin ruhu da yoktur. “Abi” demişti kemancı; şimdi sıra bendeydi.

