ERMENİ TOPLUMUNDA YOKSULLUK İÇİN ÇARE ARAYIŞLARI
Mer Hayer: Sorun toplumda değil, düzende
Mer Hayer Derneği olarak, son zamanlarda sosyal medya hesaplarınızdan yoğun paylaşımlar yapıyorsunuz. Bir video serisi başlattınız ve ‘Birlikte Sosyal Dayanışma Modeli’ başlıklı sistemi kamuoyuna duyurdunuz. Mer Hayer Derneği olarak bu modeli açıklar mısınız?
Birlikte Sosyal Dayanışma Modeli, uzun yıllardır toplumda konuşulan; ancak bugüne kadar somut, planlı ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşamamış bir ihtiyacın adıdır. Biz Mer Hayer olarak sahada şunu çok net gördük: Toplumumuzda asıl eksik olan şey iyi niyet ya da dayanışma duygusu değil; bu dayanışmayı kalıcı ve adil kılacak düzenin bugüne kadar kurulamamış olmasıdır. Yıllar boyunca toplumdaki genel yardım anlayışı çoğunlukla tek tip ilerledi. Erzak yardımları yapıldı, iyi niyetle destekler ulaştırıldı; ancak bu desteklerin ne kadar sürdüğü, hangi ihtiyacı ne ölçüde karşıladığı çoğu zaman planlı bir yapıya oturmadı. Mer Hayer ise kuruluşundan itibaren bu yaklaşımın ötesine geçmeye çalıştı. Geliştirdiğimiz “Birlikte Sosyal Dayanışma Modeli”, klasik “yardım ulaştı ve bitti” anlayışının dışına çıkan; planlı, denetlenebilir ve uzun vadeli bir yapı kurmayı hedefliyor. Bu modeli üç temel prensiple açıklıyoruz:
Birincisi, toplumun gücünü tek bir yerde toplayan ortak ve şeffaf bir havuzdur. Bugüne kadar yardımlar büyük ölçüde dağınık ilerledi; net bir planlama ve sürdürülebilirlik zemini oluşmadı. Kalıcı bir çözüm için toplumdan gelen tüm desteğin ortak bir düzende birleşmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu havuz tamamen şeffaf olacak; yapılan her destek kamuoyuna açık ve hesap verebilir şekilde paylaşılacak. İkincisi, aile bazlı gerçek ihtiyaç planlamasıdır. Sahada gördüğümüz en net gerçek şu oldu: Her ailenin ihtiyacı farklıdır. Kimi kira ödeyemiyor, kimi fatura borcu altında eziliyor, kimi ise çocuklarını sağlıklı koşullarda büyütemiyor. Bu nedenle tek tip yardım anlayışının yeterli olmadığı çok açık. Biz, ailelerin yaşam koşullarını ve temel giderlerini analiz ederek gerçekçi ve sürdürülebilir destek planları oluşturuyoruz.
Üçüncüsü ise denetlenebilir ve profesyonel bir koordinasyon yapısıdır. Bu model kişisel inisiyatiflerle değil, topluma karşı sorumluluk taşıyan bir kurul tarafından yönetiliyor. Her destek, ihtiyaca göre adil bir şekilde önceliklendirilerek dağıtılıyor. Amaç; “kimin tanıdığı varsa ona yardım gider” algısını ortadan kaldıran, güvenilir bir yapı kurmak.
‘Birlikte Sosyal Dayanışma Modeli’ tam olarak bunun için var; günü kurtarmak için değil, yıllardır eksik olan sistemi nihayet kurmak için.
Mer Hayer pandemi döneminde bir platform olarak kuruldu, ardından dernekleşerek kurumsal bir yapıya dönüştü. Bu süreçte sahada nasıl bir tabloyla karşılaştınız?
Pandemi döneminde başladığımız çalışmalar, toplumdaki ihtiyaçların büyük bir kısmının aslında görünmez olduğunu bize çok net gösterdi. Birçok aile yaşadığı zorlukları dile getirmiyor; gurur, çekingenlik ya da dışlanma korkusuyla sessiz kalmayı tercih ediyordu. Sahada karşılaştığımız tablo, yoksulluğun tek bir başlıkla açıklanamayacak kadar katmanlı olduğunu ortaya koydu. Dışarıdan bakıldığında “idare ediyor” gibi görünen birçok yaşamın içinde ciddi bir kırılganlık vardı. Özellikle pandemi sonrası dönemde kira ve faturalar gibi zorunlu giderlerin yükü daha da ağırlaştı. Biriken borçlar, düzensiz gelir ve iş kayıpları aileleri her ay biraz daha geriye itti.
Bunun yanı sıra yalnız yaşayan yaşlılar, sağlıksız koşullarda yaşayan aileler ve eğitimden kopma riskiyle karşı karşıya kalan gençler sahada en sık karşılaştığımız gruplar oldu. Bu süreç bize şunu açıkça gösterdi: Yoksulluk sadece maddi bir mesele değil; aynı zamanda sosyal, psikolojik ve yapısal bir sorundur.
Sizce toplumdaki ihtiyaç sahiplerinin en öncelikli ihtiyaçları nedir?
Bugün ihtiyaç sahiplerinin en öncelikli ihtiyacı, günlük yaşamlarını sürdürebilecek bir dengeye sahip olmak. En çok da kira, fatura ve ısınma gibi zorunlu giderlerde zorlanıyorlar. Gıda yardımı elbette önemli; ancak aileleri asıl zorlayan bu aylık yüklerdir. Bununla birlikte sahada gördüğümüz bir başka önemli gerçek de, uzun süreli yoksulluğun insanları toplumdan yavaş yavaş kopardığıdır. Sadece maddi değil, psikolojik olarak da yalnızlaşan, destek istemekten çekinen birçok insanla karşılaşıyoruz. Bu nedenle psikolojik destek mekanizmalarının da sosyal dayanışmanın bir parçası olması gerektiğine inanıyoruz. Özellikle çalışabilir durumda olan bireyler için istihdam olanaklarına erişim büyük önem taşıyor. İnsanların yeniden üretken hâle gelmesini ve kendi ayakları üzerinde durabilmesini sağlayacak çözümler, bu sürecin ayrılmaz bir parçası olmalı. Özetle; bugün ihtiyaç sahiplerinin en büyük ihtiyacı tek seferlik yardımlar değil; psikolojik olarak güçlenmeyi, topluma yeniden bağlanmayı ve üretken bir yaşam kurabilmeyi mümkün kılan, düzenli ve sürdürülebilir bir destek yapısıdır.
Patrik Sahak Maşalyan, 803 ailenin yardıma muhtaç olduğunu vurguluyor. Duyurduğunuz model bu tabloya nasıl bir çözüm sunuyor?
Patrik Hazretleri’nin açıkladığı 803 aile meselesi, toplumumuzda uzun süredir bilinen ama planlı bir şekilde ele alınmamış bir gerçeği görünür kıldı. Sorun yeni değil; ancak bugüne kadar bu yükü uzun vadede taşıyabilecek düzenli, şeffaf ve sürdürülebilir bir sistem oluşturulamadı.
Bizim duyurduğumuz “Birlikte Sosyal Dayanışma Modeli”, tam olarak bu boşluğu doldurmayı hedefliyor. Mer Hayer olarak son iki yıldır, bu dayanışma modelini uzun vadede ayakta tutabilmek için uluslararası alandaki bağlantılarımızı bilinçli ve planlı bir şekilde güçlendiriyoruz. Diaspora kurumları, farklı ülkelerdeki sivil toplum ağları ve kurumsal destek mekanizmalarıyla temas kurarak, yalnızca dönemsel bağışlara dayanmayan bir yapı oluşturmaya çalışıyoruz. Uluslararası platformlara açılmayı bir prestij ya da vitrin meselesi olarak değil; içeride kurduğumuz sistemi güçlendirecek, şeffaf ve sürdürülebilir kaynakları çeşitlendirmek için bir araç olarak görüyoruz. Mer Hayer’in ana dayanağı dış kaynaklar değil, toplumun kendi içinde kurduğu dayanışma gücüdür. Biz bu modelle 803 ailenin yükünü tek başımıza taşımayı değil; toplumun gücünü doğru bir düzen içinde birleştirerek kalıcı bir dayanışma sistemi kurmayı hedefliyoruz.
Video serinizde güven ve şeffaflık konusuna özellikle vurgu yapıyorsunuz. Bu güven meselesini biraz açar mısınız?
Toplumumuzda yardım etmek istemeyen bir kitle yok. Aksine, niyet de var, dayanışma isteği de var. Ancak yıllar içinde insanlar, yaptıkları katkıların nereye gittiğini ve nasıl kullanıldığını göremedikleri için doğal bir mesafe oluşmuş durumda. Bu bir güvensizlikten çok, sürecin dışında kalmış olma hissi. Yaptığımız anketlerde şeffaflığın en çok dile getirilen talep olması da bunu açıkça gösteriyor. İnsanlar destek olmak istiyor ama aynı zamanda bu desteğin yolculuğunu görmek istiyor. Bizim için şeffaflık sadece rakam paylaşmak değil; ihtiyacın nasıl belirlendiğini, önceliklerin nasıl saptandığını ve bu desteğin nasıl bir etki yarattığını açıkça anlatabilmektir. Bu yüzden bir kez daha altını çizerek söylüyoruz: Sorun toplumda değil, düzendedir. Düzen şeffaf olduğunda, güven kendiliğinden yeniden inşa edilir. Doğru ve hesap verebilir bir sistem kurulduğunda, bu toplumun birlikte aşamayacağı hiçbir zorluk yoktur.

