BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

AB’nin Türkiye’yi açıkça oyaladığı ve ABD ile NATO’nun terslediği bir ortamda, NATO ve ABD ağırlıklı Batı’ya alternatif olarak sunulan BRICS’e girmek istemek bu denge politikasına uygun, yani ulusal açıdan doğru olmaz mı? Epey CHP’li de, “anti-emperyalistlik” icabı böyle düşünüyordur sanırım. Bu hassas soruya ikili bir cevap verilebilir...

Laik” Türkiye’de durum böyleyken şeriatçı S. Arabistan’da çok ama çok farklı. Adamlar üç sene önce (Haziran 2021) ezanın, camilerdeki tüm hoparlörlerin azami ses seviyesinin en fazla üçte biri yüksekliğinde okunması kararı aldılar. Şeriatçı S. Arabistan’dan devam edeceğiz de, “laik” Türkiye’de sadece bu Ağustos ayı içinde oluşan gelişmelere göz atalım önce.

Irak topraklarının yaklaşık 100 km içinde, 2015’te Başika bölgesinde kurulmuş bir Gedu üssü var Türkiye’nin. Bu üs, 15 Ağustos anlaşmasıyla Irak’a ‘devredilecek’ ve ‘Türkiye ile Irak’ın ortak askerî eğitim üssü’ diye anılacak artık. Böylece Türkiye’nin buradaki askerî varlığı ‘yasal zemin’ kazanmış olacak. Yani, Gedu üssünün Türk kuvvetlerine ait olması durumunu hiç değiştirmeyecek bu makyaj operasyonu karşılığında Irak’a verilen bir ‘hediye’, bu vize serbestisi.

İslamcılar ile Türkçülerin bu koalisyon iktidarı gelmeseydi, biz insanlara böyle bir iktidarın ne menem bişey olduğunu ne kadar uğraşsak anlatamazdık. Türkiye’nin bu dönemi yaşaması maalesef şarttı.

Bi zamanlar Menderes’i lanetlerdik özgürlükleri kısıtladı ve ekonomiyi bozdu diye, Demirel’e karşı da gün aşırı sokaklara çıkıp “Morison Süleyman, istifa ne zaman!” diye bağırırdık. Kötünün beteri varmış. Cumhuriyet kurulduğundan beri bu ülkede böylesine arızalı, böylesine herkesle çatışmalı bir iktidar hiç olmadı. Bikaç konuda bikaç örnek vereyim. O kadar çok arıza var ki bu zor bir yazı olacak.

İlk temas 13 Mart 1993’te Paris’te. Petrosyan gelmiş, Alparslan Türkeş de gidiyor. Concorde Meydanındaki Crillon Otelinde yapılan bu ilk görüşmede Büyükelçi Tansuğ Bleda’nın yanı sıra Tuğrul Türkeş, Petrosyan’ın yanında da Dışişleri Bakanı Papazyan, Samson Özararat ve tarihçi Girayr Libaridian bulunmakta. Büyükelçilik makam arabasından inen A. Türkeş’in kapısını S. Özararat açıyor. Halep doğumlu Petrosyan’ın T. Türkeş için “Oğlunuz mu, Allah bağışlasın” diye yaptığı Türkçe girişim havayı yumuşatıyor. A. Türkeş, günümüz milliyetçileri açısından “yüz kızartabilecek”, bugün için bile inanılması zor dostluk girişimleri öneriyor: Karalara hapsolmuş Ermenistan’a “transit geçiş”; Karadeniz’de transit limanı; İpekyolu’nda işbirliği; Orta Asya’dan gelen doğal gazın en kısa yol Ermenistan’dan geçebileceği; Transkafkasya otoyolu.

Milliyetçilik, kendi milletini başka milletleri aşağılayarak/bastırarak yücelten ve sonuçta bütün tarafların canına okuyan bir ideolojidir. Adanın tümüne sahip olmak isteyen Yunan milliyetçiliği açısından bu kural 15 Temmuz 1974’te yürüyüşe geçti. Ve beş gün sonra yani 20 Temmuz 1974’te Türkiye, askerî müdahalede bulunarak adanın bir kısmını ele geçirdi. O tarihte tüm dünyanın onayını almış olan bu olaydı. Ama dedik ya, milliyetçilik neticede milletin canına okur diye, Türkiye 14 Ağustos 1974’te ikinci bir harekata girişerek adanın %36,4’ünü denetime aldı. Koalisyon ortağı Erbakan aslında tüm adayı istiyordu, askerler de “savunması zor, küçük” bir alana sıkıştırılmaktan şikayetçiydi. İşte bu ikinci harekat dünyada hiçbir ülke ve hiçbir uluslararası kuruluş tarafından kabul edilmedi, işgal olarak nitelendi.

Ülkenin dört bir yanında sivil toplum sokaklarda gösteri yapmakta. Hayvanlar konusuyla doğrudan ilgili kuruluş olan Veteriner Hekimleri Birliği şiddetle itiraz ediyor. Özetle söylediği: Bu süreçte toplanacak hayvanların ne olacağına ilişkin açık noktalar var. “Kuduz şüphesi”, “saldırgan hayvan” gibi genel ifadeler bilime ve kanun yapma tekniğine aykırı. Tamamıyla yoruma açık. Tasarı bu haliyle kanunlaşırsa sorunun çözümüne hiçbir katkı sağlamayacak. Ve toplum vicdanında onarılamayacak zararlar oluşturacak.

TV’deki arkadaşlar paniğe kapıldı: “Aman hocam, Soykırım terimini hiç ağzınıza almayın, yoksa önce ceza sonra da lisans iptali geliyor!” ; “Olur mu kardeşim öyle şey yahu! Terimi telaffuz etmeden nasıl izah edeyim niye kullanmadığımı!” Netice-i kelam, benim demecimden vazgeçtiydik.

Lozan görüşmelerinde Patrikhane’nin uluslararası hukuki durumu (ekümenikliği) hiç tartışılmadı. Müttefikler Patrikhane’den söz ederken hep “Ekümenik Patrikhane / Patrik” terimini kullandılar, TBMM Hükümeti temsilcileri de bu terime hiçbir oturumda karşı çıkmadılar ve bir gün öncesinin tutanaklarını ertesi gün okuyup imzalarken, bizzat kendi ifadelerinde “Ekümenik/Evrensel Patriklik” olarak yazılmış yerlere dahi itiraz etmediler.