FETHİYE ÇETİN
Zımnen ilga edilen normun hortlatılması
bianet editörü Tuğçe Yılmaz Kadıköy’de GBT kontrolü sırasında gözaltına alınıyor, gözaltına alınma sebebi ve hakkındaki iddialar açıklanmıyor, bu yasal zorunluluk yerine getirilmiyor. Yılmaz o gece karakolda tutularak özgürlük hakkı kısıtlanıyor. Ertesi gün Çağlayan Adliyesi’ne götürüldüğünde, 24 Nisan 2024 tarihinde iki Ermeni gençle yaptığı söyleşi nedeniyle 18.03.2025 tarihinde, söyleşinin üzerinden neredeyse bir yıl geçtikten sonra, yani kanunun öngördüğü dört aylık süre geçirildikten sonra hakkında bir soruşturma açıldığını öğreniyor. Oysa kanunda öngörülen süre “muhakeme şartı” niteliğine haiz olduğundan süre geçirildikten sonra dava açılamaz, davanın açılabilmesi bu şartın gerçekleşmesine bağlıdır. Kanuni süreler yorum ya da kıyas yoluyla genişletilemez. Bir savcının bunu bilmemesi düşünülemez. Savcı Yılmaz aleyhine bir soruşturma yürütüyor ama ona haber vermiyor, ne diyeceğini sormuyor, onu savunma hakkından yoksun bırakıyor.
Gözlerine bakabilmek
Ernst Frankel’in “İkili Devlet” kitabını (İletişim Yayınları) okurken öğrendim ki; Führer’in kişisel tutukluları varmış. Bu tutuklular, sırf Führer istediği için, ortada isnat edilecek bir suç olmaksızın, yargı kararı aranmaksızın, “Führer”in kişisel tutsağı” kaydı düşülerek alıkonuyorlarmış. Mesela rahip Martin Niemöller, tutuklanmış, yargılanmış ve beraat etmiş ancak Hitler beraat kararına tepki gösterince Führer’in kişisel tutsağı olarak tekrar içeri alınmış ve savaşın bitimine kadar toplama kampında tutulmuş. Bu satırlar sizde neyi çağrıştırdı bilemem ama ben, bu satırları okuduğumda Osman Kavala’yı düşünmeden edemedim. Gerçi iki olay arasında benzerlik yanında önemli fark da var diyebilirsiniz, haklısınız.
Modern kölelik
Devletler, göçmenlik hallerini tanımladığında, bir statü ile belirlediğinde ise göçmenleri geçici ve sınırlı haklarla tanımlıyor, deyim yerindeyse yarı insan yapıyorlar. Böyle yaptıklarında toplumun yeni gelenle ilişkisini de belirliyor, topluma yol gösteriyorlar.
Devletin o hassas tarafı - II
Tengioğlu, cezaevine girmeden önce de ‘derin devlet’ ve Sedat Peker hayranı mıydı bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa, o da paramiliter yapıların insan malzemesinin genellikle sabıkalılardan ve suça eğilimli kişilerden oluşturulduğu ve cezaevlerinin bu konuda önemli bir kaynak olduğu. Beş yıl önce sokakta rahatlıkla edilen bu sözler bugün ancak güncel bir saldırı nedeniyle gündeme geliyor ve kimi mecralarda neredeyse magazinleştirilerek sunuluyor. Oysa burada çok vahim bir tabloyla karşı karşıyayız.
“Devletin o hassas tarafı” - 1
Yasin Hayal Cezaevinden Ermenilere ve Hrant Dink’e kin besleyerek çıktığına göre, cezaevinde iken kurduğu ilişkiler önemliydi. Hrant Dink cinayeti davasında Mahkemeden Yasin Hayal’in cezaevinde kimlerle kaldığı, kimler tarafından ziyaret edildiği, ziyaretçileriyle yaptığı görüşmelerin kayıtları, telefon aracılığıyla kimlerle ilişki kurduğu ve aranan telefon numaraları, hesabına kimler tarafından hangi banka veya hesap numaralarından para yatırıldığının sorulmasını istedik. Talebimiz kabul edildi, ilgili kurumlara müzekkereler yazıldı. Ancak özellikle Yasin Hayal’in görüşmecileri ve görüşmecileriyle yaptığı görüşmelerin ses kayıtları konusunda çok ciddi bir dirençle karşılaştık, tüm çabalarımıza, rağmen bu direnci aşamadık.
Allı Turnam
Seni tanıdıkça samimiyetine, doğallığına, bildiğini, gördüğünü, hakikati lafını esirgemeden, taviz vermeden doğrudan dile getirişine hayran kaldım. En gerilimli ortamlarda söz alıp o eşsiz üslubunla ortamı nasıl yumuşattığına ama asla mağduriyet dilinden konuşmadığına, karşındaki herkese aynı seviyeden bakarak önyargıları kırdığına, o büyülü gücüne tanık oldum. Bu gücü ben bir de Hrant’la yaşamıştım.
İnsandışılaştırmak
Devletlerin sahip olduğu yıkıcı güç egemenlikleri altındaki toplumlara da sirayet edebiliyor, yayılabiliyor. İşte bunu engellemek, insanlığı insanların kötülüğünden korumak için büyük bir mirastır evrensel beyanname ve evrensel hukuk.
Ama ne yazık ki bugün, sadece ülkemizde değil dünyanın pek çok ülkesinde, ilkeleri insan hakları rejimince belirlenmiş ancak uygulaması devletlerin insafına bırakılmış bir dünyada, devletler ‘biz’i kurarken öteki olarak tanımladığını dışarı atıyor. Yurttaş olup olmadığına bakmaksızın egemenlik alanlarındaki insanların haklarını ihlal ediyor, insanların bir kısmını geçici ya da sınırlı haklarla tanımlıyor, insandışılaştırıyor.
Soykırımı konuşmak
Kabaca söylersem Anayasa Mahkemesi, yüzyılı aşkın bir süre önce gerçekleşmiş ve halen tartışılan bir tarihsel konu var -ki Mahkeme bunu tırnak içinde ‘Ermeni Tehciri’ olarak ifade etmiş- bu konudaki tarihsel gerçeklerin ortaya çıkabilmesi için oturun konuşun, yasaklamayın diyordu.
Bu kararı önemli kılan bir diğer husus, kararı veren AYM İkinci Bölüm üyelerinin oy birliğiyle karara imza atmış olması. Beş yargıcın imzasını taşıyan bu karar, akademide, fakültelerde örnek karar olarak ders programlarına alınmayı hak ediyor
Geleceği kurmak
Bugün ülkemizde gençler, kadınlar ve halkın önemli bir kesimi, yıllardır dayatılan baskı, korku, adaletsiz politikalara karşı ayaktalar ve demokratik, laik, adil bir geleceği birlikte kuracağız diyorlar, direniyorlar. Direnişlerine damgasını vuran anlayış, savunmacı pozisyon almak değil aksine talep etmek ve taleplerini yüksek sesle haykırmak. İşte bu önemli gelişme hepimize önemli fırsatlar sunuyor. Tek adam rejimini mümkün kılan paradigmayı tartışmadan demokratik, çoğulcu, laik, adil, eşitlikçi ve kimseyi dışarıda bırakmayan kapsayıcı bir geleceği nasıl inşa edebiliriz? Bu yazımı bir davetle bitirmek istiyorum. Gelin hep birlikte bu soruları ve elbette daha fazlasını soralım ve geleceğimizi tahayyül edeceğimiz, tartışacağımız bir platform oluşturalım. Peki bu nasıl bir platform olabilir?