FETHİYE ÇETİN
Adli Tıp Kurumu
Genç okurlar için hatırlatmak isterim; Türkiye’de 12 Eylül darbesinin hemen ardından yeniden yapılandırılan ilk kanunlardan biridir Adli Tıp Kurumu Kanunu ve bu kanun o dönem bütün hızıyla sürdürülen siyasi cinayetlerin, işkencenin, eziyetin üstünü örtmek için bu kurumun iyi bir araç olduğu düşünülerek yapılmış, iştigal sahası nedeniyle özerk olması gereken kurum doğrudan yürütmeye bağlanmıştır. Çünkü tahakküm sistemlerinde devlet, adli tıp alanını hakikatin ortaya çıkarılması yönünde değil hakikatin örtülmesine yarayan şekilde kullanıyor. Şili’nin adı cinayet ve işkencelerle anılan diktatörü Pinochet’in adli tıp kurumu için “devletin kirli çamaşırlarını yıkayan bir çamaşır makinesi” tanımlamasını yapması boşuna değil.
Bir sınır kapısı, iki farklı tavır
Bir sınır kapısını soykırımı meşrulaştırmak için, soykırım kurbanlarının anısına hakaret için, düşmanlık ve nefreti körüklemek için kullananlara, Zoryan Enstitüsü’nün açıklaması yanında Sevgili Takuhi Tovmasyan’ın 19 Ocak Hrant Dink anmasında Agos penceresinden yaptığı ve Hrant Dink’e seslendiği konuşmasını okumalarını öneririm.
Nasıl olsa unuturlar rahatlığı
Bu bakış açısı sadece Kılıçdaroğlu’na mı ait? Değil elbette. Tarih boyunca toplumun taleplerine aykırı kararlar alan, bu kararları topluma rağmen hayata geçiren siyasiler, muktedirler, toplumun tepkisinin kısa süreceğine, kısa bir süre sonra da unutulacağına inandıkları için de böylesine pervasızlar.
Yine sık sık dile getirilen, “Türkiye toplumu bir amnezi toplumudur” klişesi doğru mu? Toplum kendisine rağmen yapılanları, haksızlıkları, adaletsizlikleri, kendisine yaşatılan acıları unutuyor mu? Tarih, geçmişin ağır yükünden unutma yoluyla kurtulma çabalarıyla dolu. Mesela Peloponez Savaşları’nın ardından geçmişteki acı olayları ve kötü durumları hatırlamayı yasaklayan bir yasa çıkarılmış. Yasayı çıkaranlar unutulmuş ama yasaya rağmen bu savaşlar ve savaşlarda yaşanan acılar unutulmamış.
Masumiyet Karinesi
Yargıtay üyesi Metin Yandırmaz aynı gün sosyal medya hesabından aşağıdaki paylaşımı yaptı: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Buna ceza hukukunda masumiyet karinesi denir. Sadece hukukçuların değil, herkesin bilmesi gereken temel bir hak ve kuraldır."
Sayın Yandırmaz’ın sadece bir anayasa hükmünü hatırlatmaktan ibaret paylaşımını ilginç ve toplum için bu kadar önemli kılan, ona haber niteliği kazandıran ne olabilir? Anayasanın 38. Maddesinin dördüncü fıkrası yeni değildi, masumiyet karinesi adı verilen bu hak, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak anayasada güvence altına alınmıştı ve bu düzenleme yıllardır yürürlükteydi. Bu norma haber değeri veren, onu ilginç ve önemli kılan normun kendisi değil bir yüksek yargıcın bu normu dile getirmesiydi. İşte burada başlıyor gariplikler.
Hatırlamak ihtiyaçtır
Anlatmaya devam etti. “Babam sık sık elimden tutar beni çarşıya götürürdü, dükkanının önünden her geçtiğimizde Poto Saatçi elindeki işi bırakır, dışarı fırlar, babamın önünde iki büklüm olur elini öperdi. Ben şaşırırdım çünkü saatçi ihtiyardı, babam onun çocuğu yaşındaydı, el öpmesi gereken biri varsa o da babam olmalıydı. Bir gün dayanamayıp sordum, şöyle anlattı babam: ‘Ermenileri toplayıp götürürlerken deden o zaman küçük bir çocuk olan bu Poto Saatçiyi kafleden almış, alırken de ben bu çocuğu tanırım, Ermeni değil, Süryanidir o demiş ve böylece hayatta kalabilmiş Poto, henüz Süryanilere dokunulmadığından. Bu nedenle dedene ve sonra da bana çok saygı duyar, her gördüğünde gelip elimizi öper’ dedi."
Zımnen ilga edilen normun hortlatılması
bianet editörü Tuğçe Yılmaz Kadıköy’de GBT kontrolü sırasında gözaltına alınıyor, gözaltına alınma sebebi ve hakkındaki iddialar açıklanmıyor, bu yasal zorunluluk yerine getirilmiyor. Yılmaz o gece karakolda tutularak özgürlük hakkı kısıtlanıyor. Ertesi gün Çağlayan Adliyesi’ne götürüldüğünde, 24 Nisan 2024 tarihinde iki Ermeni gençle yaptığı söyleşi nedeniyle 18.03.2025 tarihinde, söyleşinin üzerinden neredeyse bir yıl geçtikten sonra, yani kanunun öngördüğü dört aylık süre geçirildikten sonra hakkında bir soruşturma açıldığını öğreniyor. Oysa kanunda öngörülen süre “muhakeme şartı” niteliğine haiz olduğundan süre geçirildikten sonra dava açılamaz, davanın açılabilmesi bu şartın gerçekleşmesine bağlıdır. Kanuni süreler yorum ya da kıyas yoluyla genişletilemez. Bir savcının bunu bilmemesi düşünülemez. Savcı Yılmaz aleyhine bir soruşturma yürütüyor ama ona haber vermiyor, ne diyeceğini sormuyor, onu savunma hakkından yoksun bırakıyor.
Gözlerine bakabilmek
Ernst Frankel’in “İkili Devlet” kitabını (İletişim Yayınları) okurken öğrendim ki; Führer’in kişisel tutukluları varmış. Bu tutuklular, sırf Führer istediği için, ortada isnat edilecek bir suç olmaksızın, yargı kararı aranmaksızın, “Führer”in kişisel tutsağı” kaydı düşülerek alıkonuyorlarmış. Mesela rahip Martin Niemöller, tutuklanmış, yargılanmış ve beraat etmiş ancak Hitler beraat kararına tepki gösterince Führer’in kişisel tutsağı olarak tekrar içeri alınmış ve savaşın bitimine kadar toplama kampında tutulmuş. Bu satırlar sizde neyi çağrıştırdı bilemem ama ben, bu satırları okuduğumda Osman Kavala’yı düşünmeden edemedim. Gerçi iki olay arasında benzerlik yanında önemli fark da var diyebilirsiniz, haklısınız.
Modern kölelik
Devletler, göçmenlik hallerini tanımladığında, bir statü ile belirlediğinde ise göçmenleri geçici ve sınırlı haklarla tanımlıyor, deyim yerindeyse yarı insan yapıyorlar. Böyle yaptıklarında toplumun yeni gelenle ilişkisini de belirliyor, topluma yol gösteriyorlar.
Devletin o hassas tarafı - II
Tengioğlu, cezaevine girmeden önce de ‘derin devlet’ ve Sedat Peker hayranı mıydı bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa, o da paramiliter yapıların insan malzemesinin genellikle sabıkalılardan ve suça eğilimli kişilerden oluşturulduğu ve cezaevlerinin bu konuda önemli bir kaynak olduğu. Beş yıl önce sokakta rahatlıkla edilen bu sözler bugün ancak güncel bir saldırı nedeniyle gündeme geliyor ve kimi mecralarda neredeyse magazinleştirilerek sunuluyor. Oysa burada çok vahim bir tabloyla karşı karşıyayız.
“Devletin o hassas tarafı” - 1
Yasin Hayal Cezaevinden Ermenilere ve Hrant Dink’e kin besleyerek çıktığına göre, cezaevinde iken kurduğu ilişkiler önemliydi. Hrant Dink cinayeti davasında Mahkemeden Yasin Hayal’in cezaevinde kimlerle kaldığı, kimler tarafından ziyaret edildiği, ziyaretçileriyle yaptığı görüşmelerin kayıtları, telefon aracılığıyla kimlerle ilişki kurduğu ve aranan telefon numaraları, hesabına kimler tarafından hangi banka veya hesap numaralarından para yatırıldığının sorulmasını istedik. Talebimiz kabul edildi, ilgili kurumlara müzekkereler yazıldı. Ancak özellikle Yasin Hayal’in görüşmecileri ve görüşmecileriyle yaptığı görüşmelerin ses kayıtları konusunda çok ciddi bir dirençle karşılaştık, tüm çabalarımıza, rağmen bu direnci aşamadık.